For Honor

    0
    20

    Oyun piyasası yıllar geçtikçe daha garip bir yer haline gelmeye başlıyor.

    Şimdilerde yeni çıkacak oyunlar için duyduğumuz “hype” adı altındaki heyecan, geçmişte hissettiklerimizden daha farklı. Aslında daha farklı olmasının nedenlerini de artık daha net görebiliyorum. Düşünsenize, bir dönemin gençleri olarak Diablo II’nin çıkışına heyecan yapanlar, Diablo III’ün yarattığı “hype”a neredeyse hiç kapılmadılar. Benzeri şekilde Call of Duty 2’yi bekleyenlerle Modern Warfare 2’nin çıkışını bekleyenler de farklı hislerle geçirdiler o süreci. Hep üzerine bastığım, kimi zaman zıplayıp tepindiğim, “1997 ile 2000 yılları oyunları altın çağıydı” vurgum, ne hikmetse insanların acayip “hype” olduğu dönemlerde yine, yeniden karşıma çıkıyor.

    Bugün “Çoh acayip abi” diye bakılan oyunların büyük bir kısmı hayal kırıklığı yaşatıyor ya da sadece belirli bir zümreye hitap ediyor ki bu da üzerinde tartışılacak bambaşka bir konu başlığı. Nasıl oluyor da Doom II çıktığı zaman FPS sevmemesine rağmen oyunun başına üşüşen insanlar, bugün tür ve oyun seçiyor? Neyse efendim, bu sorular hep akıllarda duruyor; ben de zaman zaman cevap bulmaya çalışıyorum… For Honor da hakkında çok fazla konuşulan, kendisini gösterdiği dakikadan itibaren oyun camiasında yankı bulan yapımlardan birisi oldu. Ubisoft Montreal ekibi tarafından geliştirilen oyun, ilk olarak E3 2015’de duyuruldu. İlk oyun içi görüntüleri ile birlikte “hype”ı zirveye taşımaya başlayan yapım, artık aramızda ve bizi de dergide birbirimize soktu, “acaba ne kadar iyi?” tartışmaları arasında bıraktı.

    Şimdi gelin size biraz kılıç, biraz da baltadan bahsedeyim…

    Üç büyükler dediğin böyle olsa gerek
    For Honor’a girdiğimiz anda üç farklı fraksiyonun içerisine düştüğü sonu gelmez bir savaşı deneyim ediyoruz. Bu fraksiyonlar The Legion, The Chosen ve The Warborn, yani bizim onları daha mahalle ağzıyla tanımlayacağımız halleriyle Knights, Samurai ve de Vikings olarak sıralanıyorlar. Her fraksiyonun kendisine özel savaş stilleri bulunduğu gibi, fraksiyon başlıkları altında bulunan farklı sınıfların da kendi özellikleri söz konusu.

    Fraksiyonların dörder adet sınıfı bulunuyor. İlk olarak karşımıza Vanguard sınıfı çıkıyor. Yapımcıların oyun çıkmadan önce bahsettiği “dengeli” sınıf mantığı üzerine inşa edilen Vanguard’ın, gerçekten de oyunu bir süre deneyim ettikten sonra “denge” kelimesine karşılık olduğunu anlıyoruz. Assassin ise isminden de anlaşılabileceği üzere oyunumuzun en hızlı sınıfını oluşturuyor. Hızın önemli olduğu bir oyunda açık ara avantajı varmış gibi duruyor olsa da savunma konusunda yaşadığı sıkıntı, kısa sürede ölmesine sebep oluyor. Heavies olarak bilinen sınıfsa kelimenin tam anlamıyla düşmanlarına elinin tersi ile vuran bir yapı sunuyor. Yavaş hareket ve saldırılarına rağmen vurdukları yerde gül bahçesi açılmasına sebep olacak hamlelere sahip bu güzide arkadaşlar, özellikle oyuna alışma sürecinde rahat bir oynanış sunuyor. Son sınıfımızsa Hybrid olarak adlandırılıyor. Aslında çok da açıklamaya gerek yok; Hybrid’ler diğer üç sınıfın azotlu bir birleşiminden oluşuyor.

    Şimdi burada uzun uzun For Honor hikâyesini anlatmayacağım ama genel olarak da bahsetmek isterim. Efendim, For Honor çoklu oyuncu desteğine ve tek kişilik senaryoya sahip bir yapım. Şimdi “Yahu bu birbirinden farklı üç fraksiyon neden birbirine giriyor?” sorusuna aslında net bir cevap var. Öyle görünüyor ki kana susamış ve gözü hiç doymayan Apollyon isimli bir arkadaş, oyunda gözüken üç fraksiyonun birbirine girmesine sebebiyet veriyor. Tamam, birisi korkunçluk yapıyor ve ortalık karışmış, bunu net olarak anlıyoruz ama neden dünya tarihinin üç farklı fraksiyonun birbiri ile savaştığını halen pek de anlamış değiliz. En azından ben halen bir Orta Çağ Şövalyesi, bir Viking ve bir Samuray’ın aynı düzlemde birbirine girmesine anlam veremedim.

    Oyunumuzun bu güzide senaryosu, ortalama yedi saat kadar süren bir maceraya dönüşüyor. Blackstone Legion’un içerisine sürüklendiği macera ile yola çıkıp, önce Valkenheim’daki Viking klanları arasındaki savaşa tanıklık ediyor, akabinde de kendimizi kocaman bir uzak doğu dünyasında buluyoruz. Ana senaryoda olan olaylar, ziyadesiyle klasik tarihi örgü mantığı üzerinden gidiyor olsa da kendi içerisinde ilginç bir tutarlılığa sahip, farklı bir yapı sunuyor.

    Oyunumuzun tek kişilik senaryosu da aslında bir noktada multiplayer ile benzerlik gösteriyor. Yani yine belirli noktaları ele geçirmeye çalışıyor, belirli hedefleri tamamlamanın peşinde koşuyoruz. Multiplayer ile arasındaki tek fark, işin içerisinde farklı bir senaryo akışı serpiştirilmiş olması. Aslında tek kişilik oyun modu benim için uzun bir tutorial’dan farksızdı. Bir noktada olmasa da olurdu dedim; hiç yalan söylemeyeceğim.

    Tamam, oyunda kullanılan tüm temalar epik üzerine kurulu bir düzende işliyor ama o senaryo kısmı olmamış be abim. Çok zorlama bir kurgunun, aşırı uçlarda dolaşan hikâyesi ne yazık ki oyunun aslında yapmaya çalıştığından farklı bir çizgide ilerliyor. Bu da senaryonun sırıtmasına sebebiyet veriyor. İş belki sadece multiplayer ile kalsaydı sanki yaratılan konsept çok daha kabullenilebilir olacaktı ama senaryo tarafında her şey sadece sırıtıyor…

    Madem bu kadar multiplayer dedik, biraz da oraya odaklanalım. Efendim multiplayer kısmında deneyim edilmeyi bekleyen 4v4 Skirmish, 4v4 Elimination, 4v4 Dominion, 1v1 Duel ve 2v2 Brawl gibi oyun modelleri bulunuyor. Genelde kalabalık oyunları ve haritaları seven birisi olsam da özelikle 2v2 Brawl oyun modu üzerinde uzun saatler geçirdim diyebilirim. Diğer haritalar da zaten isminden de anlayabileceğiniz diğer oyun modlarını oluşturuyorlar. Özellikle belirli noktaları ele geçirme üzerine kurulu modlar, For Honor’un en çok üzerine eğildiği kısmı oluşturuyor.

    Bilmeyenler için kabaca anlatmak gerekirse oyunda tıpkı DoTA ya da HotS’da olduğu gibi belirli aralıklarla spawn olan Crew’ler bulunuyor. Bu Crew’ler önlerine düşman birliği çıkıncaya kadar ilerliyor, çıktığı noktada da savaşa girişiyor. Oyuncu olarak Crew’leri temizleyebildiğimiz gibi, tamamen yok sayıp kendi işimize bakabiliyoruz. Bu noktada Crew’lerin böylesine farklı noktaları olan haritalarda tek bir yörüngeye sıkışıp kalmasını çok yetersiz bulduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. Keşke en azından bazıları haritanın farklı noktalarına doğru hareket edebilseymiş…

    Ayrıca saldırı mekanikleri de çok odun. Herkes resmen yapımcının verdiği zaman aralıklarında saldırı yapıyor. Hoş zaten başka ne yapacaklardı yani değil mi? Ama buradaki arkadaşlar sadece bir saldırı yapıp, haricinde yer değiştirmekten başka animasyon kullanmayınca görüntü biraz rahatsız edici oluyor. Diğer taraftan atmosfere acayip yardımcı oldukları da su götürmez bir gerçek. Zaten For Honor atmosfer konusunda zirveye oynayan bir yapım. İlk yayımlanan videosundan, piyasaya çıkan ürüne kadar geçen aralıktaki hemen her türlü oyun içi deneyimde atmosfer hep ön plandaydı.

    Özellikle Orta Çağ ve ağırlıklı olarak kabaca “geçmiş zaman” temasını harika şekilde gözler önüne süreceği aşikardı ki öyle de oldu. Bir yandan uçuşan mancınık taşları, diğer taraftan fırlatılan alevli oklar derken muazzam bir ortam yaratılmış. Tabii seslendirmeler de cabası. Yine de tüm bu dev resmin içerisinde, karakterlerin önüne geçebilen başka bir oluşum yok. Crew’lar ne yaparsa yapsın, atmosfer ne kadar janjanlı olursa olsun, esas olan ana karakterlerin ne yaptıkları.

    Savaş bir sanattır
    Art of Battle, Ubisoft’un For Honor için ürettiği yeni savaş sistemi… Efendim bu sistem sayesinde rakip oyuncu ya da karakter ile yüzleştiğimiz anda, kalan dünyadan sıyrılan bir savaş sistemine geçiş yapıyoruz. Tek bir tuş yardımı ile geçtiğimiz Art of Battle modu sayesinde düşman birimine net olarak, en kullanılabilir kamera açısından odaklanıyoruz. Bu andan itibaren vuruşumuzun ve dolaylı olarak savunmamızın üç ana yönü bulunuyor.

    Sol, üst ve sağ. Eğer bir oyuncu yukarıdan saldırı yapıyor ve rakip yukarıdan savunuyorsa, o zaman yapılan saldırı anında blocklanmış sayılıyor. Saldırılar yapılmadan bir saniye öncesine kadar yöne karar verilebiliyor ama bazı sınıfların normalden hızlı saldırı yapması, en hızlı reflekslere sahip oyuncunun bile savunmadan yoksun kalmasına neden oluyor. Üst üste gelen kombo saldırılarsa farklı açılardan yapılabiliyor. Bu da savunma işini büyük ölçüde zora sokuyor.

    For Honor oynadıkça, oyunun bize sunduğu sınıflar hakkında daha fazla bilgiye sahip oluyoruz. Bu bilgiler ışığında önce kullandığımız sınıfın neler yapabileceğini anlıyor, akabinde hangi sınıflara karşı zayıf olduğumuzu görüyoruz. Açıkçası kimin kime karşı zaafı var anladığınız dakika, bu oyun olduğundan çok daha kolay bir hal alacak diyebilirim. Tabii bu nokta da bazı sorunlar da yok değil zira kimi sınıfların diğerlerine karşı olan üstünlüğü rahatsız edici seviyede. Özellikle Vanguard modeli sınıflar, birçok sınıfa üstünlük sağlayabiliyorlar; hele bir de yeterince geliştiklerinde değmeyin keyiflerine!

    Bu denge problemi kesinlikle yapımcıların tez elden ilgilenmesi gereken bir konu… Zaten 2v2 oyun modlarını 10 – 15 kere oynadığınız zaman kimin kime karşı nasıl bir üstünlüğü olduğunu anında anlıyorsunuz.

    Birebir kalınan savaşlarda da stamina kullanımı öne çıkıyor. Eğer ardı ardına saldırı yaparsanız, stamina hızlı bir şekilde tükeniyor ve böylece hem saldırı hızımız yavaşlıyor, hem yapılan vuruşun hasar gücü azalıyor, hem de genel anlamda daha yavaş hareket eder hale geliyoruz. Eğer saldırıdan emin değilseniz, yapmayın daha iyi demiş adamlar. İşin rahatsız edici kısmıysa, gelen tüm saldırılara karşı kenara kayıp rakibe vuruş yapabilmek. Sadece “kay, vur, kay vur” mekaniği ile o kadar çok insanı biçtim ki anlatamam. İşte bu ne yazık ki savaş sistemi ile öne çıkan bir yapımın, benim için sonudur. Düşünsenize, her saldırı için ufak bir yana kayma ve rahatsız edici bir vuruş… Zaten bu ve benzeri birçok sorun olduğunu düşünüyorum For Honor’da.

    Öncelikle ana karakterler o kadar ön planda ki yaratılan atmosfer kesinlikle arada kaybolup gidiyor. Hep ana ve farklı olana karşı yaratılan odak yüzünden ele geçirdiğimiz nokta için harcanan her türlü tasarım güzelliği resmen ikinci plana itiliyor. Art of Battle modunda savaşmaksa bir noktaya kadar eğlenceli. Oyunun mantığını kavrayıp, biraz da reflekse sahip olan iki kişi, sabaha kadar dövüşebilir. Hoş, bu mekanik olarak iyi bir yapı sunsa da oyunun genel yapısı gereğinden fazlasıyla durağan bir oyun modeline dönüşüyor. Zaten 4v4 yaptığım takım arkadaşlarımla geliştirdiğimiz son planda, kimse karşısına çıkan ile bire bir mücadele etmiyor. Önce herkes tek bir noktada buluşuyor ve sonra düşmanları tek tek yok ediyor. Bu bile oyunun aslında ne kadar farklı şekillerde açık barındırdığının bir örneği.

    Özellikle yapay zekâya karşı oynanan 2v2 haritalarda, rakibin rahatlıkla arkasında dolaşıp maçı bir dakikadan az sürede bitirmek mümkün. Haritalara baktığımızdaysa genelde detaylı ama bir o kadar da kısır bir yapı sunduklarını görüyoruz. Evet, ortaya koyulan haritalar gerçekten detaylı ve ilgi çekici ama o kadar az miktarda harita var ki insan kısa sürede sıkılıyor.

    Sonuç
    Tabii ki benim gibi bir oyuncu için en büyük dramı, para vererek alınabilen Steel pack’ler oluşturuyor. Bu kaynak sayesinde normalde ulaşması çok zor olan eşyalara biraz para ödeyerek çok daha hızlı ulaşmak mümkün hale getirilmiş. Yani keşke paraya odaklı oyunları aylık ödemeden başka şekilde deneyim etmesek ama işte görüyorsunuz ki bu yapıyı değiştirmek neredeyse imkânsız gibi bir şey. Parayı basan farklı şekillerde düdükler çalabiliyor. Hoş, ben oyunu düdük çalmadan deneyim ederek yeterince keyif almış olsam da sineğin mide bulandırdığı ortada.

    For Honor açıkçası bugün dikkat çeken, piyasası olan, yani nasıl diyeyim, illa ki birilerinin dikkatini çekecek olan üç farklı fraksiyon ile kendisini gösterdi. Evet, bu üç fraksiyonu ben de bir tarih meraklısı olarak çok seviyorum ama ne yazık ki gözüme o kadar yapış yapış bir reklammış gibi geliyor ki anlatamam… Bu üç fraksiyonun da böyle göz boyamak için kullanıldığını görmek beni ziyadesiyle rahatsız etti. Oyun içi dinamiklere baktığımızdaysa kesinlikle geliştirilmesi gereken bir oyun olduğunu görüyorum. Tamam, For Honor kesinlikle kaliteli diyebileceğimiz bir yapım ama şu andaki oyun ömrü en fazla bir aydan uzağa gitmez, gidemez çünkü içerik yok. Zaten Season Pass’i önceden çıkaran oyunlarda bu durumu fazlasıyla deneyim ediyoruz.

    Bakalım gelecekte yapımcılar oyunu destekleyen ne gibi yeniliklerle çıkagelecekler. Umuyorum For Honor gibi tarih kokan bir yapım bundan çok daha iyisini yapabilir hale gelir.

    Ertuğrul Süngü
    https://twitter.com/ertugrulsungu

    KINGUIN üzerinden satın almak için; https://www.kinguin.net/tr/for-honor