Dying Light

    0
    34

    Güneş batar, insanlar ölür…
    Bir gün, bir pamuk tarlasında, güneşin altında, kadın – erkek yan yana çapa yapardı. 15 çocuk vardı, iki de kaynana. Çocuklar ser sefil, kalmış çıplak, olmuşlar sıtma. Bu sırada başlık parası enflasyon oranında artmış, ateş de bacayı sarmamış mı… Eh, başka çare yoktu. Kızların adı yok tabii ki orada, erkekler kendi arasında anlaşmışlar, kızları değiş tokuş ederken oradan bir ses…

    Anlaşmayı bırakıp dışarı çıkan gençler, garip seslerin kaynağını kısa sürede anlasalar da bir çıkar yol bulamadılar zira sesler yaşayanlardan değil, köy halkının “ölü” hallerinden gelmekteydi.

    Tarikattan, şeyhten, aşiretten umut bulmak için çabalasalar da kimseden bir yardım eli alamadılar gençler. Koştular, kaçtılar, sopalarla zombi akrabalarına saldırdılar, gizlenmeye çalışıp bir bir kurban oldular yaşayan ölülere.

    04

    Güneşin altında, kadın – erkek yan yana, silahları çapa, günler böyle geçip gitti ve anladılar ki birey olmak -özellikle zombilerle çevriliyken- hala zor, Harran Ovası’nda…

    Amerika, ne ayaksın?
    Size Bulutsuzluk Özlemi’nin Harran Ovası şarkısıyla seslendim, elbette ki arada şarkıyı modifiye de ettim. Bunu neden yaptım çünkü sevgili Dying Light, Şanlıurfa’nın 44 km güneydoğusunda bulunan Harran’da geçiyormuş meğer! Şaşkınlıkla karşıladım bu durumu zira oyun hakkında birçok şey bilip bu önemli detayı ya atlamışım ya da bu bilgi hiç açıklanmamış. Oyunun burada geçtiğini idrak ettikten bir süre sonra hemen Google Maps’ten bölgeyi kontrol ettim ve kuşbakışı görüntüden oyunun, gerçek şehri andırdığını gördüm. Tabii ki Dying Light’ın Harran’ında daha fazla su, boğaz köprüsünü andıran bir köprü ve birtakım yüksek binalar ve anten kuleleri de yer alıyor ama o kadar modifikasyon da olsun.

    Harran zombi istilası altında ve mükemmel İngilizce’ye sahip olan Harran halkının bir kısmı da bu şehirde kapana kısılmış durumda. Oyunda bolca Türkçe isim görüyoruz; Ayla, Gürsel, Fatih… Bu kişiler arada Türkçe veya Kürtçe de konuşsalarmış güzel olurmuş fakat hepsi İngilizce kitaplarını hatmetmişçesine güzel İngilizce konuşuyorlar maşallah.

    Harran halkının çoğu zombiler tarafından ısırılmış. Bunların bir kısmı birer zombiye dönüşmüş, bir kısmı da hastalığı kapmış ama henüz zombi olmamış. Bunun nedeni de “Antizin” adındaki bir ilacın piyasaya sürülmüş olması ve insanların zombi virüsünü bu ilaç sayesinde geriletebilmesi. Maalesef durumu tam olarak çözmüyor ilaç ama rutin kullanımda hastalık hiçbir zaman ilerleyemiyor. Tabii ki nedir, ortamda kaos olunca yağmacılar ve fırsatçılar da ortaya çıkmış durumdalar ve onlar da bu değerli ilacın kontrolünü ellerinde bulunduruyorlar. Adiler!

    Peki, biz kimiz? Biz Harran’daki önemli birtakım belgeleri ele geçirmeye çalışan bir Amerikan ajanıyız. Ne var ki daha ilk dakikadan ısırılıyor ve biz de Antizin bağımlısı oluyoruz. Bu sırada Harran’daki direnişçi gruplarla tanışıp yağmacıların, çete liderlerinin arasına sızıyor, onlar için “undercover” işler yapıyoruz. “Tepeden” gelen emirler her zaman asıl amacımız oluyor ve o emirleri de yerine getirerek Harran’da dağ, taş koşup duruyoruz…

    Dying Island
    Şayet ki daha önce Dead Island serisinden bir oyunu oynadıysanız, Dying Light size inanılmaz tanıdık gelecektir. Orada masmavi denize sahip bir adadaydık, burada çölün ortasındaymış gibi duran bir şehirdeyiz. Dead Island’da her yerde kaosun izleri vardı, burada da aynısı var. Orada bolca başıboş zombi vardı, burada fazlası var! Oyun Dead Island’a o kadar çok benziyor ki istemeden sürekli benzerlikler buluyorsunuz.

    Dying Light’ın Dead Island’dan en önemli farkıysa karakterimizin “parkour” yetenekleri. Ajanımız boş zamanlarında damlarda koştuğu için Harran’da da gezerken hiç zorluk çekmiyor. Binaların tepesinden atlamak, tutunmak, direklere tırmanmak onun için çocuk oyuncağı. Zombilerin büyük çoğunluğu da tırmanma konusunda yeteneksiz olduğundan, kahramanımız kaçmak istediğinde yükseğe çıkmak yeterli oluyor. Bu koşma ve tırmanma işi Mirror’s Edge’i hatırlatıyor elbette ki fakat burada duvardan koşma hareketi bertaraf edilmiş. Duvara tırmanmak ve oradan sekip bir başka yere atlamak söz konusu değil lakin bu haliyle bile parkour özellikleri yeterli sayılabilir. İşin güzel tarafı bolca koşmak, düzgün atlayıp sıçramak, kesintisiz ilerlemek bize Agility puanı olarak geri dönüyor. Bu puan arttıkça da seviye atlıyor ve yeni yetenekler açabiliyoruz. Yüksekten düşünce daha az yaralanmak, zombilere uçan tekme atmak, zombilerin kafasına basıp Tony Jaa hareketleri yapmak ve benzeri özellikler oyunu daha da keyifli hale getiriyor.

    21

    Balyozu bi’ bırakır mısın yeğenim?
    Oyunda bolca “aylak” adını verebileceğimiz, ellemezseniz yerinden pek de kıpırdamayan zombi türü bulunuyor. Bunlar neredeyse her yerde var. Yanlarına yaklaşırsanız size hamle yapıyorlar elbette ki ama bir hayli yavaşlar.

    Yine yavaş hareket eden ama bayağı bir tehlikeli bir zombi türü olan “balyozlular” hem iri, hem güçlü, hem dayanıklı, hem de baş belası bir ırk. Bunları bazı yerlerde zorunlu olarak öldürmeniz gerekiyor ama onun dışında pek bulaşmaya değmezler.

    Ağızlarından yeşil bir asit fırlatan şerefsizlere oyunda ne ad verilmiş, bilmiyorum ama bunlar sizi gördükleri yerde lama gibi tükürüyorlar. Yanlarına gidince genelde afallayan bu zombilerden birkaç tanesi aynı anda gelince hiç de sevimli olmuyorlar.

    Serious Sam’de üstünüze koşup patlayan düşmanların bir benzeri de yine burada karşımıza çıkıyor. Bunlardan da olabildiğince uzak durmalısınız, yoksa direkt ölüyorsunuz.

    Henüz yeni zombileşmiş olan ve atletik yapılarını koruyan zombi türleriyse bayağı bir tehlikeli zira bunlar yükseklik falan dinlemeden size ulaşmaya çalışıyor. Şayet ki silah durumunuz kötüyse bunlardan direkt kaçmanız gerekiyor. Genelde pek akıllı davranmadıkları için onları tırmanırken sopalayabiliyorsunuz. Sadece ekip olarak gelmediklerinden emin olun…

    Gecenin rengi
    Hızlandırılmış bir gün akışına sahip olan oyunda, güneş tepenizde mis gibi parlarken başladığınız bir görevin sonu güneşin batışına denk gelebiliyor maalesef. Güneş inmeye başladığında merkezden tüm “Runner”, yani gün içinde araştırma görevine çıkan atletik kişilere bir uyarı gidiyor: Hemen eve dönün! Zira gece olunca ortam gerçekten çok korkunç bir hal alıyor…

    Gece demek, normalde ortada olmayan, iyice sağlam bir mutasyon geçirmiş bir zombi türünün, Volatile’ların ortaya çıktığı zaman demek. Zorunlu gece görevi varsa bilin ki işiniz çok zor. Hele ki benim gibi oyunlarda korkma eğilimi gösteriyorsanız… “Volatile” adındaki zombiler hem hızlı, hem atletik, hem de güçlü. Onlarla savaşmaya hiç çalışmayın bile zira ateşli silah kullanmadan işinizi halletmeniz imkânsız ve ateşli silah dediğiniz de ses çıkardığı için tüm şehir peşinize düşüyor. Peşinizdeki düşmanlardan kurtulmanın en iyi yolu bir Safe Zone’a kaçmak veya şehrin belli yerlerindeki ışık tuzaklarını çalıştırmak. Bunlar sayesinde peşinizdeki zombilerden kurtulabiliyorsunuz ama bunu yaparken akıl sağlığınızı korumanız biraz zor oluyor.

    Gece çevrede dolaşmama kararı almanız elbette ki çok doğru fakat geceyi dışarıda geçirerek bir dolu Agility ve Survival puanı da kazanabiliyorsunuz. Her türlü atletik hareketiniz iki kat puan kazandırıyor ve geçirdiğiniz zamana göre de Survival puanı elde ediyorsunuz. Kısa yoldan seviye atlamak isteyenler geceleri dışarıda kalmaya çalışabilirler… Yalnız şunu da bilin ki eğer ölürseniz, değerli Survival puanlarınız hanenizden siliniyor. (Normalde kazandıklarınızdan hem de…)

    Seviyem, seviyelerimiz…
    Seviye atlama konusu elbette ki bu oyunda da var ve hiç de fena işlenmemiş. Dediğim gibi koşular, atletik hareketler Agility puanı kazandırıyor. Görevleri yaparak Survival puanı elde ediyor ve dövüşerek de Power seviyenizi artırabiliyorsunuz. Her seviye atlayışı bize yeni bir yetenek olanağı sunuyor ve oynayış tarzımıza göre, açılan yetenekler arasında bir tercih yapabiliyoruz. Emin olun ki her türlü yeni yetenek, bu umutsuzlukla dolu ortamda işimize yarıyor ve o yüzden hızla seviye atlamaya bakın. Özellikle Power kısmında silahların kırılganlığını azalttığınız yetenekleri almayı ihmal etmemelisiniz.

    25

    Oyundaki dövüş olayı uzunca bir süre tahta sopayı zombinin kafasına indirme şeklinde geçiyor. Borular, çivili sopalar, beyzbol sopaları, kürekler, polis copları; bunların hepsi şahane birer silah. Her silah kullanıldıkça eskiyor ve silahın tipine göre değişen bir tamir edilebilme sayısı oluyor. Bu sayı sıfırlandığında silahı atmak zorunda kalıyorsunuz ve bu da bizi sürekli yeni silahlar bulmaya itiyor. Silahı da bırakın, oyunda sürekli bir ekipman arayışındayız. Bunu sağlamak için de oyuna bolca kutu, açılmayı bekleyen dolap, sandık ve benzeri saklama üniteleri serpiştirilmiş. Oyunda hiçbir şey yapmayıp, binalara girip eşya bile arayabilirsiniz. Birçok eşyayı kilitsiz kapılar, dolaplar ardında bulabiliyorsunuz ama daha iyi olan ekipmanlar, hep maymuncukla açabileceğiniz kutuların içinde gizli. Maymuncuk sistemi Skyrim’in kopyası ve azıcık dikkatli olduğunuz sürece hiç maymuncuk kaybetmeden, en zor kilitleri bile açabiliyorsunuz.

    Bulduğunuz eşyaların pek az kısmı direkt tüketime yönelik, çoğu “Blueprint” adındaki şemalarla oluşturabileceğimiz eşyaların ham maddesini oluşturuyor. Diyelim ki bir sağlık paketi yapacaksınız, bunun için alkol ve sargı bezi bulmanız yeterli. Daha komplike eşyalar için daha fazla ve daha az bulunan ham maddeler gerekiyor, o yüzden bolca araştırma yapmanız lazım. Yeni eşyalar, silahlar, silah güçlendirmeleri yapma işinin de Dead Island’a benzediğini söylemeden geçmeyelim.

    Teslim et, teslim al
    Birçok kişiden görev alarak A noktasından, B noktasına ulaşmayı buyuran görevler bana bir çeşit RPG’de olduğumu düşündürdü. Görevler de maalesef pek orijinal değil ama açık dünya temalı bir oyun için normal seviyede. Bazı yan görevler, ana görevlere kıyasla daha bile eğlenceli hatta.

    Görevleri tek başınıza yapmak istemediğinizde oyunu başkalarıyla birlikte de oynayabiliyorsunuz ki bunu Şefik’le denedik, Şefik kanalından yayınını bile yaptı. Her ne kadar iki kişi oyun biraz daha kolaylaşsa da yine de daha eğlenceli bir hale gelemedi.

    35

    Evet, oyunda bir sıkıcılık hâkim ve bunun en büyük nedeni de oyunun heyecan vermeyen, klişelerle dolu senaryosu. Diyaloglar o kadar yapay, o kadar sıradan ki hiçbirini dinlemek istemiyorsunuz. Ne karakterlerde bir orijinallik var, ne de olan olaylarda. Yapımcılar keşke oyunun anlatımına da biraz özen gösterselermiş ama onlar bu oyunu daha çok bir MMO olarak düşlemişler. (Az oyunculu bir MMO.)

    Nasıl Dead Island’da bir eksiklik var idiyse o eksiklik burada da devam ediyor. Bolca görev olması oyunun ilerlemesini de etkiliyor ve aynı yerlerde sürekli dolaşıp sürekli zombilere sopa sallamak bir süre sonra sıkıcı hale geliyor.

    Bir klasik olması muhtemelken sıradan bir oyun olabilen Dying Light’ı sıkı zombi fanatiklerine ve şu sıralar FPS açlığına düşmüş kişilere öneririm. Yoksa bu oyunu es geçseniz bile bir şey kaybetmezsiniz…

    Tuna Şentuna