İnceleme: Middle Earth – Shadow of War

    0
    31

    Yeniden bir dünya yaratmak… Ne kadar da imkânsız ama ne kadar da iddialı bir fikir değil mi?

    Birbirini takip eden birçok mitolojiden, Thomas More’un Ütopyasına kadar sayılabilecek o kadar çok dünya var ki anlatmakla bitmez. Nitekim bizim bildiğimiz dünya tek ama bir şekilde düzenli olarak ona alternatif aramaktan da geri kalmıyoruz. J.R.R. Tolkien de işte burada devreye giriyor. Etkilendiği birçok olayın sonucunda kaleme aldığı Yüzüklerin Efendisi serisi, yazıldığı günden bugüne kadar geçen sürede kült statüsüne ulaşmış bir eser. Bildiğimiz dünyanın, bambaşka bir versiyonu olarak resmedilen Orta Dünya ve içerisinde yaşananlar, Tolkien tarafından muazzam bir şekilde kelimelere dökülüyor. Ortaya çıkan dünya ve karakterlerse, tek kelimeyle muazzam…

    2001 yılında sinemada gösterime giren ve üç film olarak yayınlanan Lord of the Rings, bugün bile halen en çok izlenen sinema filmleri arasında yer alıyor. Döneminin ötesine geçmeyi başaran bu güzide eser, konu fantastik dünya olduğu vakit ilk akla gelen çalışmalar arasında başı çekiyor. Her ne kadar Tolkien’nin yaratığı bu fantastik dünyayı takip eden birçok farklı yazar ve ortaya çıkardıkları kitaplar olsa da günün sonunda fantastik kurgu sever için Yüzüklerin Efendisi ve Orta Dünya bambaşka bir yerdedir.

    Bugüne kadar üretilen envaı çeşit Yüzüklerin Efendisi ve Orta Dünya temalı oyun arasındaysa birçok başarılı isim olsa da inanın başarılıdan çok başarısız isimler söz konusudur. Yine de ilk olarak 2014 yılında üretilen Shadow of Mordor isimli oyun, tam da Yüzüklerin Efendisi seven kitleye hitap edecek bir yapı sunuyordu. Geniş dünyası, Orta Dünyaya ait çevre detayları, farklı düşman mekanikleri ve iddialı bir senaryo ile bizlere merhaba diyen yapım, kısa sürede devasa satış rakamlarına ulaştı. Hal böyle olunca, ikinci oyun hakkındaki gelişmeler de pek gecikmedi. Esasen Ağustos 2017 yılında piyasaya sürülmesi beklenen oyun, en üst seviye oyun deneyimi yaşanması ve olası sıkıntı çıkaracak buglardan temizlenmesi için Ekim ayına ertelendi.

    Neredeyiz kim bilir?
    Shadow of War, aslında bir önceki oyunun devamı niteliğinde bir yapım. Ana karakterimiz yine Talion isimli korucu ve yine Celebrimbor’un iş birliği ile yoluna devam ediyor. Karakterimizin bu seferki hedefi Mount Doom oluyor ve burada yeni bir Ring of Power üretmeyi hedefliyor. Fakat yüzük tamamlandıktan sonra Celebrimbor, Talion’dan bir anlamda Shelob tarafından çalınıyor.

    Shelob’un tek derdiyse pek tabii yeni dövülmüş olan güç yüzüğünden başka bir şey değil. Shelob’un “Abi bak ortak düşmanımız Sauron, sen bu yüzüğü ver bana. Hem Celebrimbor’u serbest bırakayım, hem de vatana millete faydalı bir insan ol.” şeklindeki davetine kocaman bir sazan cosplay’i ile atlayan Talion, Shelob’un gücü kullanarak geleceği görmesi sayesinde Sauron’un tarafından istila edilen Mordor’daki Minas Ithil’e doğru yola koyuluyor. Şehrin kuşatılmasındaki esas sebepse, en güzelinden bir Palantir’e ev sahipliği yapıyor olması. Burası aynı zamanda oyunun da başladığı bölge oluyor. General Castamir ve kızı Idril ile başladığımız macera, konuya Witch king of Angmar panpanın da müdahil olması ile arapsaçı şekilde ilerliyor. Tüm bu yaşananlardan sonrasıysa oyunun ta kendisi… Onu da anlatırsam çok ayıp etmiş oluyorum. O yüzden gelin biz War of the Rings’in daha “oyunsal” taraflarına doğru geçiş yapalım.

    Daha önce ilk oyunu da oynamamış olanlar için Shadow of War’un TPS kamerasından deneyim edildiği bilgisi ile işe koyulalım. Karakterimizin kontrolleri ziyadesiyle rahat. Özellikle daha önce Assassin’s Creed oynayan arkadaşlar, karakter kontrolü konusunda benzeri bir deneyim yaşayacaklar diyebilirim. Talion ile harita üzerinde bulunan hemen her noktaya ulaşmak mümkün. Ayrıca tırmanamayacağı çok az nokta var. Zaten siz tırmanmaya çalışınca, o kendi yolunu buluyor; bulamadığı anlarda da bir sağa bir sola zıplamak suretiyle “loop”a giriyor. (Harika bir uyarma yöntemi değil mi?) Oyunun sunduğu harita gayet büyük ve yeterli.

    Mekaniklerden dolayı ortaya çıkan harita üzerine serpiştirilmiş etkinlikler de harika bir şekilde etrafa dağıtılmış. Düşman birlikleri de benzeri şekilde, göze sırıtmadan kendi hallerinde bir dünya yaşıyorlar. Tabii onları esas özel kılan ilk oyunda da bulunan ve artık bir anlamda “geliştirilmiş” versiyonu ile karşımıza çıkan Nemesis Sistemi. Bu sistemdeki kullanılan mekanik, sadece düşmanları yenilemekle kalmıyor, aynı zamanda oyunun ilerleyişine de önemli oranda katkıda bulunuyor. Nemesis sistemi bir ağacı kolları gibi çalışan, düzenli olarak dallanıp budaklanan bir yapı sunuyor. Bu ağacın dallarında bulunan karakterlerse genelde yüksek rütbeli düşman birimlerinden oluşuyor. Başlangıçta karanlığa gizlenmiş siluetler olarak resmedilen karakterler, oyun içerisinde kafalarında yeşil bir işaret bulunan düşmanları sorguya çekerek tek tek açılabiliyor. Ayrıca bu arkadaşlarla daha evvelden tanıdığımız bir düşmana tehdit mesajı yollayıp, olduğundan daha güçlü bir hale gelmesini ve doğru orantılı olarak daha iyi eşyalar düşürmesini sağlayabiliyoruz. Sorguya çekilebilen arkadaşlarsa bizi gördükleri anda kaçtıkları için hızlı davranmak şart.

    Düşmanlar hakkında bilgi almaksa birçok açıdan önemli. Özellikle neye karşı dayanıklılar, neye karşı zayıflıkları var önceden biliyor olmak, henüz savaşa girmeden nasıl bir strateji üzerinden gideceğimizi hesaplamamıza imkan sunuyor. Kimi zaman bu düşmanlara rastgele denk gelmek mümkün olduğu gibi, bu ağaçta bulunmayan daha düşük seviyedeki kaptanlarla hali hazırda olan savaşlar esnasında denk gelmek de işten bile değil. Ayrıca bir de genelde peşinizi bırakmayacak sürekli intikam peşinde olacak bazı karakterler de söz konusu. Benim peşimde olan arkadaş resmen ölmekten usanmadı ve her seferinde ağzı yüzü daha da dağılarak karşıma çıktı. Pek tabii düşmanlarımızın da geçen zaman içerisinde seviye atladığını unutmamak lazım. Özellikle bizi yenen düşmanlar ve bazen onlarla bağlantılı olan diğer rütbeli arkadaşlar anında seviye kazanıyorlar. Ayrıca düşman türlerine de çok dikkat etmek gerekiyor. Captain’ler bir yere kadar kolay düşman sayılabilecekken, Warchief’ler çok daha zorlayıcı oluyor. Overlord’larsa zaten başlı başına bela. İlk oyundan hatırladığımız Caragor’lar yeniden aramızda. Hem düşmana, hem de bize rastgele saldıran yaratıklar, tıpkı ilk oyunda olduğu gibi binek hayvanı olarak da kullanılabiliyor.

    Tabii yeni oyunla birlikte birçok farklı yaratık modeli de bizlere el sallıyor. Bunlar arasında, Ringwraith’ler, Wight’ler, Worm’lar, Drake’ler, Ghul’lar ve Graug’lar mevcut. Bu arkadaşlardan bir kısmının aynı zaman yeni binekler olması ve de özellikle Drake’e binebilmek muazzam bir keyif. Ayrıca yeni oyunla birlikte gelen şüphesiz en önemli yenilik kale kuşatmaları… Karakterimizi yeterince geliştirdikten sonra toplayabildiğimiz düşman birlikleri ile Sauron’nun elinde tuttuğu kalelere saldırı yapabiliyoruz. Bu saldırılar esnasında bize yüzlerce Uruk savaşçısı katılıyor. Yine de ön planda biz oluyoruz. Yanımızda götürdüğümüz savaşçıların türleri ve seviyeleriyse, gidişata büyük oranda etki ediyor. Kalabalık bir kale savaşı içerisinde, farklı görevler peşinde koşmak gerçekten eğlenceli.

    Kişisel gelişim önemli
    Kocaman bir Drake söz konusu olduğu zaman, bu arkadaşa binmenin de bir maliyeti olmalı değil mi en sevdiğim okur? (Aslında bence Drake’e mümkünse binilmemeli ama işte idare ediyoruz…) Bu noktada da devreye yeni yetenek sistemi giriyor. Birçok RPG tabanlı oyunda olduğu gibi, Shadow of War’da da görev yaptıkça, bazı eşyaları topladıkça ve düşmanları ortadan kaldırdıkça seviye atlıyoruz. Oyunda Combat, Predator, Ranged, Wraith, Mounted ve Story olmak üzere altı yetenek başlığı bulunuyor. Her yetenek ağacının içerisinde altı adet, iki yetenek puanı harcayarak açtığımız yetenek ve bu yeteneklere bağlı, bir yetenek puanı ile açabildiğimiz üçer adet yetenek bulunuyor. Anlayacağınız oyunun sonuna gelinceye kadar ortalamada (Tabii isteyen istediği kadar kasabilir.) üç ya da dört yetenek ağacına tam anlamıyla hâkim oluyorsunuz. Etrafta yapılan farklı görevlerle daha fazla yetenek puanı toplamaksa cabası. Ben olabildiğince Combat ve Predator yetenekleri üzerine yoğunlaştım zira oyunda fazlasıyla kasaplık yapmak durumunda kalıyoruz. Daha doğrusu ortam bir şekilde en azından Combat konusunda etkili bir karaktere ihtiyaç duyuyor diyebilirim. Bu arada yetenekler sıralı bir şekilde değil, belirli seviyelerle öğrenilebilir hale geliyorlar. Misal, ana yetenek beşinci seviyede ama ona bağlı üç yetenekten üçüncüsü on birinci seviyede açılabiliyor.

    Karakterimizi bir yandan yetenekler ile gelişirken, bir yandan da üzerine bolca eşya alıyoruz. Eşyalar genelde ortadan kaldırdığımız düşman birliklerinden düşüyor. Yok ettiğimiz düşman ne kadar yüksek seviyeyse, düşüreceği eşyanın değeri de doğru orantılı olarak artıyor. Karakterimizin kullandığı eşyalar, Sword, Dagger, Ranged Weapon, Armor ve Cape olarak bölünmüş durumda. Her birisinin de kendi içerinde farklı seviyelerde eşya cinsi bulunuyor. Eğer kullandığını silah Rare bir eşya ise, bu silah aynı zamanda bir de göreve sahip demektir. Silahın sunduğu görevi yaptığınız taktirde de belirli bonus özelliklere kavuşuyoruz. Her eşyanın kullanılabilir bir adet Gem slotu bulunuyor. Oyunda üç adet gem cinsi bulunuyor. Tıpkı Diablo’da olduğu gibi üç adet Gem’i bir araya getirip daha büyük bir modeline ulaşabiliyoruz. Biz ilerledikçe düşen Gem’ler de giderek büyüyor. Bazı silahlarsa ücret karşılığı geliştirilebiliyor. Bu ücreti karşılamak içinse, bolca görev yapmak, üzerinde para işareti olan düşmanları avlamak ve de düşmanlardan elde ettiğimiz silahları kırmamız gerekiyor. Özellikle Rare eşyalardan bolca para kazanabiliyoruz.

    Mekânlar birçok parçaya bölünmüş. Bu sefer karanlığa daha yakın olduğumuz için, bu bölünme atmosfer konusunda gayet iyi bir iş çıkarmış. Minas Ithil’den sonra gideceğimiz diğer yerler olan Cirith Ungol, Nument, Seregost ve Gorgoroth oyunun karanlık atmosferini harika şekilde yansıtmayı başarmış. Çevrede bulunan binalar harika şekilde Peter Jackson’un yarattığı atmosferi solumamıza izin veriyor. Her yeni bölge biraz daha ileri seviye olduğu için, her seferinde daha zorlu düşmanlar ve daha önce görmediğimiz özel düşmanlarla karşılaşıyoruz. Bu da farklı şehirlere farklı zorluklar katmış. Şehirlerdeki kuleleri ele geçirdiğimiz zaman, hâkim olduğu bölgedeki bulmacaların yerlerini işaretlememiz gerekiyor. Bu noktadan sonra olabildiğince o bölgeye ait bulmacaların peşinden giderek, bolca özel eşya ve bilinmeyen hikaye detaylarına ulaşmak mümkün.

    Peki, bu oyun çok mu güzel?
    Açıkçası bu oyun en az ilk oyunu kadar güzel ama esas sorulması gereken soru, ilk oyundan ne kadar güzel? Zira sizlerin de bildiği üzere birçok oyunun devam yapımı, aslında hali hazırda bulunan ilk yapımı güncellemekten öteye gidemiyor. Yani bir dönemler olduğu gibi yepyeni bir grafik teknolojisi, bambaşka bir anlatım ve devasa değişiklikleri ne yazık ki çağımızda pek göremiyoruz. (Bakınız Quake, Quake II ve Quake III: Arena arasındaki farklar.)

    Gelinen noktada devam yapımı rolündeki bir oyunu eleştirmek de giderek zorlaşıyor zira yapımcılar o kadar sabit bir geliştirme modeli üzerinde çalışıyorlar ki elden bir şey gelmiyor. Grafik motorlarının değişmemesi, olan grafik motoru üzerine yazılan yeni kodlamalar derken, özellikle görsel anlamda benzeri yapımlarda, benzeri sorunlar ile karşılaşıyoruz. Hazır grafikten bahsetmişken, gerçekten ultra ayarlarda ve 2K çözünürlükte bu oyundan çok daha iddialı grafikler bekliyordum. Bir önceki yapımdaki kalitede takılıp kalması gerçekten çok üzücü. Ayrıca fizik motoru da çoğu zaman saçmalıyor. Bir defa şu herhangi bir objenin içerisinden geçen kılıç vb. eşya konusunda lütfen el ele verelim ve birçok yapımcıya yardımcı olalım; bence 2017 itibariyle bu sorunun üstesinden gelebiliriz.

    Ayrıca bazı noktalarda ölen düşmanlar birimlerinin objeler arasına takılması, takılıp titremeye başlaması ve sonra bir anda kaybolması gibi de bazı sorunlar gerçekten can sıkıyor. Karakterimiz de uzak mesafelerden düşmanın yanına ışınlandığı yetenekleri esnasında kimi zaman aradaki objelere takılıp kalabiliyor. Ayrıca oyunun başlarında yeterince yüksek seviye düşman öldürüp, biraz ileri seviye silahlara kavuştuktan sonra ölmek imkansız gibi bir şey. Doğru anda basılan savunma tuşu ile üzerimize gelen tüm saldırıları savuşturabildiğimiz için, resmen sonsuza kadar savaşta kalabiliyor ve bir tek kesik darbesine bile maruz kalmayabiliyoruz.

    Özellikle onuncu seviyeden sonraysa oyun bana çocuk oyuncağı gibi geldi. Devasa yaratıkların aniden yaptıkları saldırılar ve bazı Berserker sınıfı düşmanların kombo saldırıları haricinde ölmek gerçekten çok ama çok zor! Ayrıca yetenekler her ne kadar çok gibi gözükse de topluca bakıldığı zaman gerçekten kaç tanesinin kullanışlı olduğu tartışmaya açık. Yani sunulan yeteneklerin bazıları gerçekten gereksiz gibi geldi bana; olmasalar da olurmuş. Özellikle ilk oyundan sonra daha farklı yetenekler olsa tadından yenmezmiş.

    Yazıda da belirttiğim üzere, ölmenin en kolay yollarından birisi, canavar kategorisindeki arkadaşlardan sağlam birkaç darbe almakta gizli. Fakat bu canavarları kullanan taraf olduğunuz zaman, zaten kolay olan oyun, gitgide daha da basit bir hal alıyor. Ha bir de farklı bölgeler olsa da temelde aynı şeyleri yapıyor olmak ziyadesiyle sıkıcı. Belirli noktalara git, oradaki bulmacayı çöz, arada bir rütbeli Ork öldür, sonra ana senaryoya dön. Ana senaryoya dönünce de açık harita modundan farklı bir şey yapmıyor olmaksa cabası…

    Shadow of War ilk oyunun kesinlikle devamı niteliğinde. Hatta o kadar devamı gibi ki ne kadar yeni bir oyun diyebiliriz kocaman bir tartışma konusu. Evet, birçok yenilik getirmiş ama aynı zamanda beraberinde birçok sorunu da getirmekten geri kalmamış. Orta Dünya aşığı bir oyun severseniz, pek tabii keyifle deneyim edeceğiniz, bu dünya hakkında farklı bilgiler öğrenebileceğiniz bir yapım olmuş ama ilk oyunun üzerine çok da fazla bir şey beklemeyin demekte fayda var.


    Shadow of War’u Kinguin’den uygun fiyata satın almak için; Tıklayın

    Ertuğrul Süngü
    https://twitter.com/ertugrulsungu