İnceleme: STRAFE

    0
    20

    STRAFE, arena-level sistemine sahip bir FPS oyunu. Oyunda belli bölümleri geçerken arenadaki düşmanları öldürüyor, silahlarınız yükseltebiliyorsunuz. Oynadığımız karakterin bir adı yok, kendisi “scrapper”  yani hurdacı olarak tanıtılıyor bizlere.

    Daha en başından söylemem gerekiyor, inceleyeceğimiz oyun pixel art, retro bir oyun. Zaten yapımcısı da Pixel Titans. O yüzden sevmiyorsanız da en azından bu türü tanımak için benimle kalabilirsiniz. Bugün en ince ayrıntısına kadar ineceğim Strafe, bizlere biraz Doom, biraz Quake’i hatırlatıyor. Hızlı ve Roguelike -yani kayıt olmayan, ölünce baştan başladığımız- oynanış tarzıyla Strafe, bir kesime göre “gerçek FPS” tanımını da karşılıyor.

    Oyunun menüsüne ilk girişimde her noktasını incelemekten kendimi alamadım. Temasıyla bu kadar uyumlu ve bu kadar hoş animasyonlara sahip bir menü beklemiyordum açıkçası. Çünkü son zamanların hayal kırıklığı olarak gördüğüm çoğu AAA kafasında çıkan oyundan daha güzel bir arayüze sahipti Strafe, en azından emek verildiğini hissediyordum.

    Menüsündeki detaylara hayran kalarak “Tutorial” yazısına usulca tıkladım.

    Güzel kurgu, tebrikler Pixel Titans.
    Hikayemiz gayet basit. Biz bir uzay hurdacısıyız ve gemi gemi geziyoruz. Icarus adlı bir gemiye girdiğimizde ise herkesin öldüğünü ve yaratıklar tarafından ele geçirildiğini görüyoruz. Böylece aksiyon başlıyor.

    Etrafa bakma, zıplama, koşma gibi basit mekaniklerle başlıyor tutorial. Tam 90’ları andıracak şekilde tasarlanmış bir ortamda, yine o zamana aitmiş gibi görünen bir kadın eşlik ediyor bizlere.

    Daha sonra haritada rastgele bulabileceğimiz geliştiricilerin kullanımını öğreniyoruz. Ayrıca topladığımız hurdalar ile cephane ve zırh elde ederken kutulardan çıkan eklentiler ile güçlendirmelerimizi yapabiliyoruz. Artı simgesı isabet oranını, dikey mermiler şarjörü, yatay mermiler atış hızını, kuru kafa ise hasarı artırıyor. Buna ek olarak bir de obje fırlatma mekaniği eklenmiş. Patlayıcıları fırlatarak alan hasarı bırakabiliyoruz.

    Daha sonra kapı ve asansör mekanikleriyle karşılaşıyoruz. Tavana yapışana kadar yukarı çıkan asansörlerden ve üstüne çıktığımız kapılardan ne zaman ineceğimizi de böylelikle öğrenmiş oluyoruz. Buna ek olarak -yardımcı olsun diye- oyuna zırh ve can paketleri ile mermi kutuları da eklenmiş. Oyundaki silah sayısı her ne kadar az olsa da loot kısmı güzel denilebilecek seviyede.

    Menüye girdiğimizde ise gözümüze “VR” sekmesi çarpıyor. Görünüşe göre oyun sanal gerçekliğe de adım atacak. Bunun dışında menü tasarımı da sade ama güzel görünüyor.

    Önemli olan kısma gelelim, oynanış
    Oyuna ilk girdiğimizde bize 3 farklı silah sunuluyor. Railgun, shotgun ve av tüfeği. Shotgun yeni başlayanlar için en iyi seçenek gibi gözüküyor. Bana daha yakın gelen railgun’ı alıp dalıyorum oyuna. Wolfenstein ilk oynadığım FPS oyunu olduğu için direkt onu anımsadım.

    Aslında tam da burada bir gariplik sezdim. Oyun ne old school kafasındaydı ne de modern FPS. Silah yetmezliği de beni ilk vuran kısımdı. Oyunu bitirmeme rağmen gördüğüm silah sayısı 7 falan olmalı, tıpkı eski günlerdeki gibi. Bu yerden aldığınız silahların cephanesi bitince birinin kafasında kırabiliyor veya fırlatabiliyorsunuz. Silah demişken, etrafta bulacağınız yemekler canınızı doldururken, robot arkadaş da silahımıza farklı eklentiler koyabiliyor. Tabii bunların hepsi rastgele, aynı level dizaynı gibi.

    Daha ilk kapıyı açtığınızda ise üzerinize düşman yağıyor. “Noooluyo ağbii” diyerekten sağa sola ateş ederek, zıplayarak (ki ona zıplamak değil uçmak denir) bir yerlere gitmeye çalışıyorsunuz. Üst üste bu şekilde ölmekten sıkılınca da mantığı anlayarak oynama yoluna gidiyorsunuz.

    Hazır aklıma gelmişken ekleyeyim, oyunu kickstarter bağışıyla veya ön siparişten aldıysanız, Strafe size VV1N adında bir silah veriyor. Silahın esprisi ise şu; silahı şarj ettiğinizde gözünüzü kamaştıran bir patlama oluyor. Patlamadan sonra da “Credits” ekranı geliyor. Güzel düşünülmüş bir komedi unsuru. Oyun zaten aynı Wolfenstein gibi garip bir mizah anlayışına sahip.

    Bölüm dizaynına bakarsak, her başlayışınızda farklı görevlerle karşılaşıyorsunuz. Bunun kötü yanı ise üstün bir tasarım olmadığından gizli yerleri bulmak ölüm gibi bir şey. Araya serpiştirilmiş easter egg’ler ve oyunun küçük bir yapım olması bu eksiği kapatıyor diyebiliriz.

    Oyunda ilk fark edeceğiniz şeylerden birisi, oyunun zorluğu giderek artmıyor, bunun yerine bir anda oyun üzerinize çullanıyor. Bu kaosta maalesef tek bir yapay zeka kırıntısı yok. Nereye gidecekleri belli çünkü sadece üstüme koşuyorlar. Bununla beraber bir de can kaybı olayı dikkatimi çekti. Zırh sıfırlanmadan canınız düşmüyor. Burada anladım ki müzikleri ve görüntüsüyle 90’ları andıran oyun ruhuyla da o döneme ait.

    Yine de oyun kendisini oynatıyor. Olmasını beklediğim bir takım buglarla da karşılaştım ama yeni gelen güncellemelerle çoğunun kapatıldığını da fark ettim.

    Oyunun zorlu tek oyuncu modunu bitirebilirseniz yapabileceğiniz tek şey kalıyor. Murderzone modunda ortalığı kana bulamak. Ekipleri küçük olduğu için çok oyunculu bir mod ekleyemediklerini söyleseler de, ileriki DLC’ler ile bu gayet mümkün.

    Son olarak -bir kez daha- eklemek istediğim şey ise menü dizaynının güzelliği. Oyun sonu verilen statlar gayet sade ve hoş duruyor. Benimkiler de pek fena değil hani.

    Metin Arı