Life Is Strange: Episode 1

    1
    13

    “Hayat ne garip” en klişe lafımızdır belki de. Bazen öyle bir hal alır ki “Neresi garip lan?” diyecek kadar sıradanlaşır. Yok, kayışı koparıp hayat felsefesi yapacak değilim şu an ama başlığım böyle olunca ucundan kıyısından biraz yoklayasım geldi. Tamam, konuya dönüyorum. Zaten hayatı incik cıncık sorgulatacak bir oyun da yok karşımızda ya neyse…

    Life Is Strange™_20150204003940

    Son zamanlarda yeniden hortlayan macera oyunları türünün son üyesi olan Life Is Strange, “Max” adlı karakterimizin pek de ilginç diyemeyeceğim hikâyesinin ilk bölümünü konu alıyor. Fotoğrafçılığa gönül vermiş bir kız Max; hayallerini bir adım öteye taşımak için olayı profesyonel ortama taşımak istiyor ve soluğu fotoğrafçılık yeteneklerini geliştirebileceği bir üniversitede alıyor. Bundan sonrası hikâye olarak standartlaşıyor. Yakışıklı bir öğretmen, kötü karakter kulvarında zengin ve şımarık bir kız çocuğu, iyilik timsali saf bir kız çocuğu daha, hikâyenin baş kötüsü olmaya aday bir güvenlik görevlisi ve akabinde bir okul müdürü, bir adet çocukluk arkadaşı ve bir anda ortadan kaybolan son kız çocuğu. (Ortamda ne çok kız varmış.) Standart bir Amerikan üniversitesi kadrosu işte… Ha, bir de sevgili adayı vardı, pardon.

    Konuya direkt olarak oyunun hikâyesinden daldım zira bir macera oyununun en fazla hikâyesinden medet ummak gerekir ama ben Life Is Strange’in hikâyesinde o yoğunluğu yakalayamadım maalesef. Aslında bu konuda verip veriştirmek için biraz erken çünkü önümüzde dört bölüm daha var. (Bu arada evet, oyun toplam beş bölümden oluşuyor oyun.) Ama ne bileyim, o muhteşem giriş sahnesinden sonra daha ilk bölümden hikâyeye kendimi kaptırırım diye ummuştum, olmadı; hatta Max’in zamanı geri alma yeteneği bile o kadar heyecanlandırmadı beni.

    Evet, Max ilginç bir şekilde zamanı geri alabiliyor ve bu sayede hayatının beğenmediği dönüm noktalarını baştan yazabiliyor. Yeni model macera oyunlarının âdeti olduğu üzere, hikâye ilerledikçe oyunun akışına yön verecek kararlar çıkıyor karşınıza ve yaptığınız seçimlerden memnun kalmazsanız, zamanı geri sarıp hikâyenin akışını değiştirebiliyorsunuz. Aynı şekilde karşınıza çıkan bulmacaları da bu sayede çözebiliyorsunuz ki bulmacaların azlığı ve basitliği bir macera oyununa yakışmayacak seviyede. Öte yandan zamanı geri alma olayının bir iyi, bir de kötü yanı çıkıyor ortaya. “Seçim” dediğimiz şey, değiştirilemez olduğu zaman kıymetlidir, yani başımıza geleni değiştirememekle anlam kazanır. (“Choose your destiny!” diye boşuna dememişler.) Yani ben yaptığım seçimi zamanı geri sarıp değiştirebileceksem ne anladım o işten? Olayın iyi yanı da şu ki diğer seçimlerin sonuçlarını görebilmek için her şeye baştan başlamak zorunda değilsiniz. Hani bu noktada zamanı geri sarabilmek iyi midir, kötü müdür, buna siz karar verin artık.

    Oyunun görsel tarafını elleyelim biraz da. Öyle ahım şahım grafikler göremedim ben ama tarz olarak göze batmayan, yumuşak bir görsel yapısı var. Gözüme batan tek şey, karakterler konuşurken ağızlarının sadece açılıp kapanması oldu. Karakterlerin ağız hareketleri ile konuşmaları uyumlu değil yani. (Biraz üşenilmiş sanki bu noktada. ) Ama oyuna o kadar güzel şarkılar seçilmiş ki zayıf hikâye bir anda kuvvetlenebiliyor. Oyunu üçüncü şahıs kamera açısıyla oynuyorsunuz ama bu bakış açısını gerektirecek bir durum da yok ortada. Yine de ortalığı rahat rahat kurcalamak için ideal olmuş.

    Life Is Strange™_20150207133032

    Sona doğru yaklaşırken Life Is Strange’in bende büyük etkiler bıraktığını söyleyemeyeceğim ama az önce de dediğim gibi, karar vermek için henüz erken çünkü daha dört bölüm var önümüzde. En azından ikinci bölümde hikâye biraz daha enteresan hale gelirse işler değişir, orası ayrı. Şimdilik ortalama bir oyun olmaktan öteye gidemiyor benim için. Özetle şimdilik “life” o kadar da “strange” değil. Ertekin Bayındır