Outlast

    1
    14

    Korkusuz bir insan değilim, herkes gibi benim de korkularım var ama filmlerden, oyunlardan korkmaz oldum artık. Belki yaş ilerledi, belki korku temalı her şeyi defalarca tatmanın bünyede yarattığı bir bağışıklık var, bilmiyorum ama korkmak istiyorum, özlediğim o hissi yeniden yaşamak istiyorum. Outlast’i sabırsızlıkla bekleme sebebim de buydu, korkmak istiyordum ve bu oyunun beni korkutacağına olan inancım tamdı. İstediğimi aldım mı? Az biraz…

    02

    Oyunumuz Colorado’da yer alan, “Mount Massive Asylum” adlı bir akıl hastanesinde geçiyor. Rolüne büründüğümüz karakter, “Miles Upshur” adındaki bir araştırmacı gazeteci. Amacımızsa bu hastanede olup biten esrarengiz olayların perde arkasında neler olduğunu öğrenmek ama bir noktadan sonra bu amacı bir kenara bırakıyor ve sadece hayatta kalmaya çalışıyoruz.

    Karanlık, yağmurlu, korkutucu bir gecede giriş yapıyoruz bahçeye, binaya. Bu süreçte oyunun mekaniğini de görme, test etme şansımız oluyor. Yürüyebilen, koşabilen, çömelebilen, tırmanabilen, eli ayağı gözüken ve doğal hareketleriyle göz dolduran bir karakterimiz var. Açıkçası bu “el ayak gözükmesi” olayına bayılıyorum ben. Mirror’s Edge, Battlefield 3 ve şimdi de Outlast, bu açıdan beni fazlasıyla tatmin etti. Yıllar önce dümdüz, en ufak bir sarsıntı olmadan, adeta kayarcasına ilerlediğimiz “first person” oyunlarında artık bu tip detaylar büyük keyif veriyor bana. Gerçekçiliği destekleyen bu detaya, karakterin doğal hareketleri ve çevreyle etkileşimi de eklenince atmosfer daha da güçlenmiş Outlast’te.

    03

    Teknik detayı kısa kesip oynanışa geçmek gerekirse oyun boyunca bizi birçok farklı tehlikenin karşıladığını söyleyebilirim. Tuhaf deneylerin yapıldığı hastanede en sessiz sakininden tutun da en saldırgan ve mutasyona uğramışına kadar farklı ruh hallerinde denekler mevcut. Ha, çok farklı tasarımlara mı sahipler? Hayır, ama zaten etraf karanlık ve bu pek göze batmıyor. Peki, bu karanlığın içinde biz nasıl yol alıyoruz? Kameramızla! Araştırmacı gazeteci kimliğimizi elimizdeki kamerayla pekiştiriyor ve gördüğümüz her şeyi bu kamerayla kaydediyoruz. Üstelik gece görüş özelliği de bulunan kameramız, karanlık bölgeleri araştırma imkânı sunuyor bize. Korku temalı filmlerde ve oyunlarda kamera kullanımı pek bir popüler ve Outlast de bunu başarıyla uyguluyor. Kamerayı açık tutmanın bir diğer getirisi de notlar. Sağda solda gördüğümüz ilginç detaylar ve duvar yazıları, kameranın kadrajına girince not defterimize işleniyor, biz de ister istemez bilgi toplamış oluyoruz. Bir de köşe bucak gezince bulduğumuz dosyalar var ki bunlar da senaryo ve olup biten hakkında daha fazla bilgi sahibi olmamızı sağlıyor. (Ben bir noktadan sonra umursamamaya başladım, hayatta kalmak önceliğim oldu.)

    Deneklerin dışında hastanenin eskimiş, çürümüş yapısı da bizim için tehlike oluştururken, kimi zaman bu çürümüşlük ve yıkılmışlık hayatımızı da kurtarabiliyor. Peşimize düşenlerden kurtulmak için yarıklardan ve küçük deliklerden geçebildiğimiz gibi, hastanelerin olmazsa olmazı yatakları ve dolapları da saklanmak için kullanabiliyoruz. Bu noktada devreye giren “bulunmazlık” süper gücüyse gerilimi bir nebze olsun baltalıyor. Odada bir sürü yatak mı var? Peşimizdeki asla bizim yatağa bakmıyor. Tuvalette üç kabin mi var? Peşimizdeki asla bizim kabine bakmıyor. Ya…

    05

    Outlast için yaratılan ortam oldukça başarılı tasarlanmış, atmosferi güçlendiren birçok öğe var. Görsellik bu seviyede bir oyun için gayet tatminkâr, sesler de oyuncuyu germek için fazlasıyla yeterli. Çevredeki, eğilip kalkarken kıyafetlerimizden çıkan sesler ve tabii ki Miles Upshur’un nefes nefese kalışı… (Oyunu kulaklıkla oynayınca adeta kendi nefesimmiş gibi hissetmeye, tıkanmaya başladım zaman zaman.) En nihayetinde korktum arkadaşlar, yalan yok. İzleyen izlemiştir zaten nasıl korktuğumu ama bir yere kadar korktum, sonra alıştım olan bitene, karşıma çıkması muhtemel tehlikelere. Ya siz, buna alışabilir misiniz? Deneyin.