The Bureau: XCOM Declassified

    0
    20

    XCOM serisi ile ta 90’lı yıllarda tanışmış olan bendeniz, XCOM: Enemy Unknown piyasaya çıkıncaya kadar geçen süre içerisinde yeni bir UFO oyununu fazlasıyla bekledim. Özellikle dostlarla yapılan eski oyun muhabbetleri esnasında kendisini en çok yâd ettiğimiz ve eminim birçok yaşı tutan oyun severin yâd ettiği bir seridir. Nitekim gün geldi çattı ve “Enemy Unknown” isimli XCOM oyunu piyasaya çıktı. Fakat o ne çıkış; resmen kasıp kavurdu etrafı. Sadece strateji severler değil, tüm oyun severler mercek altına aldı bu yapımı ama çok daha önceleri, 2006 yılında “The Bureau: XCOM Declassified” isimli oyun dilden dile dolaşmıştı. 2010 yılına gelindiğinde piyasaya çıkacağı iddia edilen yapım, geçen zaman içerisinde defalarca ertelendi ve sonunda kendisini ancak bu ay gösterebildi. Bense geçen ay oyunun ön inceleme versiyonunun tadına bakmış ve yaşadıklarımı sizlerle paylaşmıştım. Şimdiyse elimde oyunun tamamlanmış ve son kullanıcının beğenisine sunulmuş versiyonu bulunmakta. Eh, hal böyle olunca da adım adım ilerledim tam sürümde, tek tek gördüm genel değişiklileri ve şimdi yaşadıklarımı sizlerle paylaşma vakti…

    03

    Geçmiş zaman olur ki
    Olaylar 1962 yılında geçiyor, baştan belirtmekte fayda var. Zaten beni en çok büyüleyen ve tema olarak en çok dikkatimi çeken nokta bu oldu. 60’larda UFO avı mantığı bile bence başlı başına deneyim edilmesi gereken bir yapı ve tüm bunları Unreal Engine 3’ün nimetlerinden yararlanarak görünce iş çok daha farklı bir boyuta ulaştı. Uzaylıların dünyayı ele geçirmeye geldiği klasik senaryolardan birisiyle açılıyor The Bureau ve direkt olarak ana karakterimiz, özel ajan William Carter’a odaklanıyor. Oyunun başlangıcı, daha önceki deneyimimin birebir aynısı; burada Carter, beraberinde taşıdığı bir çanta yüzünden karambole getiriliyor ve ufak çapta uzaylı saldırısına uğruyor. Akabinde oyunun temel “tutorial” bölümleriyle karşılaşıyoruz. İçerisinde bulunduğumuz binadan kaçmaya çalışıyorken bir yandan temel hareketleri deneyim ediyor, diğer yandan da oyunun beraberinde getirdiği farklı sistemleri keşfediyoruz. Bu kovalamacanın ardından soluğu oyuna adını da veren Bureau of Strategic Emergency Command’de alıyoruz. Ne enteresandır ki basın sürümde deneyim ettiğim bazı sahneler esas oyunda çıkarılmış. Aslında iyi de olmuş zira o başlangıçtaki kovalamaca her ne kadar heyecanı dorukta tutuyor olsa da bir noktadan sonra içimi baymıştı. Çok değil belki ama o uzun girişi azıcık bile kısaltmış olmalarına çok sevindim…

    Türkçe konuşmak gerek ve oyuna “büro” diye hitap edersem sanıyorum kimse kızmaz. (Şefo?) (Peki… – Şefik) Artık büronun içerisindeyiz. Burası bir nevi üst düzey gizliliğe sahip, savunma bakanlığı; hatta ana karakterimiz olan Carter bile böyle bir mekânın varlığından haberdar değil. Bir hayli büyük olan mekânda, etkileşime geçecek envaiçeşit NPC bulunuyor. Herkesin bizim için farklı bir görevi var ama buradaki nüans, o görevleri alabilmekte saklı. Misal, oyunun hemen başında, içerisinde bulunduğumuz odada rakamlardan ve Kasım ayından bahseden bir belge buluyoruz. Hah, işte bu belgedeki veriler aslında farklı bir şeyi işaret ediyor. Hemen karşı odadaki hanım kızımıza rakamları ve “November”ın baş harfinden yola çıkarak “North” yönünü verdiğimiz takdirde, çok daha farklı bir noktayı aydınlatmış oluyoruz. Buna benzer birçok detay mevcut büro içerisinde ve oyuncunun etraftaki tüm evrakları okuması, ses kayıt cihazlarını dinlemesi gerekiyor. Anlayacağız bu oyunu gerçek anlamda oynayabilmek için sadece saklanıp ateş etmekten çok daha fazlasını yapmamız gerekmekte. Oyun içerisindeki görevlere ulaşmak için, içerisinde bulunduğumuz mekânın tam ortasında, tıpkı Enemy Unknown’dakine benzeyen bir dünya haritası bulunuyor. Nerede olay var, nerede ne olmuş, her türlü bilgiyi buradaki “Mission Selection” kısmından öğrenebiliyoruz; hatta bazı bölgelerde sadece yerel haberler boy gösteriyor ve bu sayede çok daha gerçekçi bir atmosfer içerisinde buluyoruz kendimizi.

    06

    Görevler ikiye ayrılıyor; ufak görevler ve büyük görevler olarak… Ufak görevler bize bolca yetenek puanı kazandırmayı hedeflediği gibi, genelde kolay oluyor. Daha da önemlisi, bu görevleri bitirmek için saçma zorluklardaki düşman boss’larıyla karşılaşmak zorunda kalmıyoruz. Büyük, yani ana görevler senaryonun genel akışını sunuyor ve bir hayli zorlayıcı olduğu gibi, olabildiğince de uzun. Hele görevler sonunda karşınıza çıkanları görünce diliniz uçuklayacak. İlk bölümden hemen spoiler vereyim: Bildiğin uzay gemisiyle savaşıyoruz, elde de sniper falan var ha, yok öyle roket atar. Zaten olsa kaç yazar, roket olsa o da güdümlü olmazdı. Yetenek puanları karşılığındaysa karakterimizi farklı konularda geliştirebiliyoruz ki bizler için esas önemli olan, aldığımız kullanılabilir yetenekler. Dilerseniz bu konuyu birazcık açalım ve karakter detaylarına bir göz atalım.

    Büroda -tıpkı Enemy Unknown’a benzer şekilde- dört adet sınıf bulunuyor ve bunlar Commando, Engineer, Support ve Recon olarak sıralanıyor. Takımımıza almak üzere yaratılmış, hâlihazırda karakterler bulunmakta ama dilersek (Zaten bir noktadan sonra illa ki…) kendimiz de karakter yaratabiliyoruz. Karakter yaratmamız gerekiyor çünkü bu dört ana sınıf, kendi altında altıya ayrılıyor. Altı alt sınıfın farklılıklarıysa genelde NPC’lerin bazı spesifik özelliklerde çok daha iyi olmalarını sağlıyor; daha çok sağlık, çarpışma esnasında daha keskin nişan, silahla daha fazla zarar verebilme vesaire… Bu altı özelliğin üç tanesi sınıfa özelken, diğer üç tanesini de tüm sınıflarda bulunan ortak özellikler oluşturuyor. Her sınıfın kullanabildiği kendisine özel silahlar söz konusu ama bazı silahlar ortak kullanım alanına giriyor. Yine de Recon sınıfına pompalı tüfek vermenin ne kadar manasız olduğunu sizler de hesaplayabiliyorsunuzdur sanıyorum.

    Genel geçer silahlar haricindeyse büroya özel olarak bulunan “pack”ler söz konusu. Oyunun başlangıcında hiçbir artısı olmayan pack’imizi, henüz ilk görevi tamamladıktan sonra tüm silahların headshot zararını arttıran bir pack ile değiştirebiliyoruz. Farklı pack’lerse zamanla menümüze ekleniyor. İşin güzel tarafı, bu tarzda eşyalara bir defa kavuştuğumuz zaman, bunların genel eşya menüsüne düşmeleri ve tüm karakterler tarafından kullanılabiliyor olmaları ki silahlar da konuya dâhil. İşte bu durumu daha da güzelleştiren, oyun içerisinde karşımıza çıkan “Resupply Station” isimli silah kutusu. Üzerinde tabanca işareti bulunan kutu sayesinde, kötü ilerleyen oyun deneyimimizi 180 derece değiştirebiliyoruz çünkü bu efsane kutu, tüm karakterlerimizin silahlarını değiştirmemize imkân tanıyor. Genelde bölümlerin ortasında çıkıyor olması, çok başarılı olmuş zira o ana kadar silah bazlı yaşanan sorunları, en azından bölümün kalanında yaşamamızı tamamen engelliyor. Onu çok önemli kılan bir diğer noktaysa sağladığı mühimmat desteği zira büro içerisindeki silahların şarjör kapasiteleri bir hayli sınırlı… Sniper’ın toplam 15 mermisi varken, yarı otomatik tüfeğimiz en fazla 100 mermi taşıyabiliyor. Adam gibi headshot yapamazsak şarjörün yarısı zaten bir düşmana gidiyor ki hesaplayın artık gerisini…

    09

    Çok hızlı gitmişim yahu. Geçen ay nasıl olsa anlattım diye oyunun temel savaş sisteminden hiç bahsetmeden, direkt silahlar, mermiler falan diyorum… XCOM son olarak ismini Enemy Unknown ile duyurmuştu ve malum, kulak aşinalığı, büro hakkında bilgisi olmayanlar isim benzerliğinden dolayı kendisini izometrik kamera açısına sahip strateji oyunu zannedebilirler. Fakat hayır! O daha çok bir TPS ama aynı zamanda içerisinde strateji öğeleri de barındırıyor. Taktik strateji türüne giren yapım, tamamen üçüncü şahıs kamera açısı kullanıyor. Anlayacağınız, bir nevi Assassin’s Creed oynuyoruz ama kontrolümüzde tek bir kişi yerine üç kişilik bir ekip var ve kendilerini “Space” tuşuna basmak suretiyle yavaşlattığımız, taktik harita modunda kontrol edebiliyoruz. Bazı temel emirler kısayol tuşlarıyla gerçekleştirilebilmekte ama detaylı emirler için taktik harita moduna geçmemiz gerekiyor. Taktik harita modu, etrafımızdaki olan her şeyi maksimum yavaşlatıyor ama dikkat; kesinlikle durdurmuyor ve her ne kadar olaylar yavaşlamış olursa olsun, mermiler yine havada uçuşuyor, bombalar yine de patlıyor. Demem o ki bu moda girdiğiniz esnada hızlı olmanız gerekiyor. (Sonra niye öldüm demeyin…) Taktik mod esnasında her karakter için bir pencere açılıyor ve her birine ayrı ayrı komutlar verilebiliyor.

    Kullanılan en temel komut, birimleri hareket ettirme. Üç kişiden oluşan takımımız için hareket ve alınan tam siper hayati önem taşıyor. Kendilerini harita üzerinde istediğimiz yere doğru yönlendirmek bir hayli kolay ve nerede tam, nerede yarım siper olduğu kalkan animasyonuyla gösteriliyor. Her sınıfın seviyesiyle aldığı özelliklerden bahsetmiştim ya, işte bu özellikleri de bu mod esnasında gönül rahatlığıyla kullanabiliyoruz. Karakterlerimiz, verdiğimiz komutları harfiyen yerine getirerek içimize su serpiyorlar. Fakat dikkat edilmesi gereken nokta, yarım siperler. Adı üstünde, yarım! Düşman birliklerinden birkaç tanesi bu bölgeye ateş etmeye başladığı zaman, yarım siperin çok da bir anlamı kalmıyor. Tam siperse direkt gelen atışlara karşı harika koruma sağlıyor. “Direkt gelen” kısmına dikkat! Çünkü büronun temel savaş prensibi, sürekli düşmanı kuşatmaya dayanıyor. Zaten haritalara birazcık yakından baktığınız zaman sizler de göreceksiniz ki her haritanın düşmanı sarmaya ihtimal veren bir ya da birden fazla tarafı bulunmakta. Bir defa doğru hamleyi yaptığınız zamansa kendilerini öldü bilin. Ha, şunu da belirteyim; gerekli yetenekleri doğru zamanda kullanmadan düşmanı ablukaya almak diye bir şey yok.

    Bürodaki savaş sistemi, basın sürümünden hiçbir değişiklik göstermemiş durumda. 199. sayıda da belirttiğim üzere, oyun Gears of War serisinin siper dolu haritalarının bir farklı versiyonu resmen. Siperler arasında gezmek yine en az GeoW serisindeki kadar kolay ve rahat. Aradaki tek sorun, beraberimizdeki ekip. XCOM oyunlarından alıştığımız “ölen yattara” sistemi büroda da geçerli. Yani kontrolümüzdeki bir ajan yerde yaralı olarak kalıp hiçbir yardım almazsa hayata ve oyuna veda ediyor. Zaten yeterli miktarda ajanımız olmazsa oyun otomatik olarak bitiyor. Kısacası, iki – üç bölümde bir ajan ölmesi belki kabul edilebilir ama daha fazlası değil. Savaş alanında düşen birimlerse pek tabii ki kaldırılabiliyor ama bu işlemi yaparken hayatta kalan diğer takım arkadaşınızın dikkat çekmesini sağlayın ya da tam tersi, siz dikkat çekin, o kaldırsın. Aksi halde düşman birlikleri affetmiyor…

    “Düşman” demişken, onlardan da söz edelim birazcık. Bir defa kendileri fazlasıyla akıllılar ki bu da yapay zekânın gerçekten çalıştığının en açık göstergesi. Siper alma konusunda hiçbir sorun yaşamadıkları gibi, bize belirli bir süre zarar veremediklerinde direkt bomba atıyorlar. Akabinde tıpkı bizim kendilerine yapmayı istediğimiz gibi, onlar da bizleri ablukaya almaya çalışıyorlar. Sayılarının fazla olduğu çatışmalarda bu işi çok da iyi yaptıklarına değinmekte fayda var. İnsan ırkından nefret eden ekibin en ufak üyesiyse -yine Enemy Unknown’dan tanıdığımız- Sectoid kimseler. Bu ufak ama gördüğü zaman tüm mermileri üzerimize boşaltan uzaylılar, savaş alanının tam anlamıyla trolleri! Onları takip eden ve büronun genelinde sürekli karşımıza çıkacak olan Zujari adamlarsa tam anlamıyla savaşçı kimseler. Özellikle harika siper alıyor ve tüm stratejimizi bir anda cart diye ikiye bölebiliyorlar. (Sevmiyoruz kendilerini, tavrımız bu!) “Drone” isimli cins, uçan cisimlerse tüm siper fikrini yok ediyor. Genelde iki tanesi bir anda geliyor ve bunun başlıca sebebiyse birbirini iyileştirebiliyor olmaları. Tüm mantığı sipere dayalı bir oyunda, uçan birimler devreye girince işte siz düşünün. Kafanız yukarıda, onları yok etmeye çalışırken bir bakıyorsunuz, üç uzaylı adam böyle sağınıza geçmiş, “Grav! Grav!” diye sıkıyorlar size. Neymiş? Drone’ları hiç ama hiç sevmiyormuşuz! Sonra Muton’lar var. Onlar da dev uzaylı. Kendilerini yok etmenin tek yolu, tek bir bölgelerine düzenli olarak ateş etmek. Ancak o zaman giydikleri zırh kırılıyor ve kendilerine adam akıllı zarar verebiliyoruz. Zaten sıka sıka üzerimize geliyorlar genelde ve yakın dövüşte tek sıkımlık ketçap efekti çıkıyor karakterlerimizden. Ha, onun bir de elit modeli var, onu hiç sormayın. Oyunu birkaç saat deneyim ettikten sonra karşınıza çıkacak olan zırhlı uzaylı birimi olan Sectopod ise bir anda çok fazla lazeri (Mermi mi, lazer mi abi, karıştı her şey.) üzerimize salabiliyor. Onu yok etmenin en kolay yoluysa kokpitine kokpitine sıkmak.

    Şöyle bir baktım da yazıya, bayağı bayağı detay vermişim yahu. E artık en sevdiğim “bombalama” kısmına geçebilirim. Vallahi şu işi Türkiye’deki oyun yazarlarından başka kim bu kadar rahat yapıyor, merak ediyorum… Şöyle ki büro her ne kadar inanılmaz derecede ilgimi çeken bir oyun olsa da benim bile en fazla beş saat içerisinde içimi baymayı başardı. Neden mi? Çünkü sürekli aynı şeyi yaptım da ondan. Her yeni görevde, yeniden uzaylılarla savaştım. Arkadaş, Will Smith, “Independence Day” isimli filmde bu kadar kahramanlık yapmadı yahu! Hani “ne uzaylıymış” dedim bir noktada, “bitin artık” dedim! Her görevde hop sipere geç, sık sık sık, hop diyalog, sonra devam yola. Yok, ben yapamadım çok. Hadi tamam, uzaylıdır, yapar, sonuçta tanımıyoruz kendilerini ama peki takım arkadaşlarımız? Basın sürümünde açık ara en büyük sorun kendileriydi. Ucu bucağı olmayan savaş alanlarında bile bizim koştuğumuz yere yakın siperlere kendi kafalarına göre geliyor olmaları, tüm stratejimizi bitirdiği gibi, aynı zamanda en hızlısından “loading” ekranına geçmemize sebep oluyorlar. Yahu adam diyorum, iki dakika dur, ben arkadan dolaşacağım, yok, illa gelecek. E geber işte o zaman, oh canıma değsin hatta. Yani bu yüzden kaç kere savaş alanının ortasında adam kaldırmaya çalıştım, anlatamam. Bir diğer sorunum da senaryo ve ana karakterimiz olan Carter ile ilgili. Yani ben senaryo örgüsünü hiç beğenmedim ve bir şekilde beni yakalayamadı. Carter karakteriyse konuyla o kadar alakasız ki sanki tekvando ringine çıkmış boksör gibi. Ben yapamadım yahu, olmadı yani…

    Evet, şahsıma münhasır birçok eksisi var büronun. Çok ama çok eski bir XCOM ya da UFO, hangisini beğeniyorsanız, hayranı olarak pek tabii ki beklentilerim de büyüktü. Hele hele defalarca ertelenip sonunda üretilmeye karar verilmiş bir oyun olunca, çok daha iyi demeyeyim ama farklı bir oyun bekliyordum. Şimdi yalan da olmasın, büro temel olarak çok güzel bir oyun fakat Enemy Unknown gibi bir başarının ardından çok zayıf kalmış durumda. Yine de XCOM serisine çok ama çok fazla sayıda yeni oyuncu kazandıracağı ve konsol nesline de bu seriyi öğreteceği bir gerçek. Benden her zaman tam destek!