Final Fantasy XIV Online: A Realm Reborn

    0
    19

    “Çok uzun yıllardır bitmeyen, sürekli olarak yeni oyunu çıkan ve hala sevilerek oynanan bir seri söyleyin.” deseniz, aklıma ilk olarak Final Fantasy gelir. İlk oyunlarını ataride oynamaya başladım Final Fantasy’nin. Pikselli grafikleriyle o dönemki en iyi RPG oyunları arasındaydı. Adı Final Fantasy idi ama asla sona ermeyecek bir seri olarak bugünlere geldi. İlk Final Fantasy oyununu yaşım gereği piyasaya çıktıktan çok sonraları oynadım. Atari’de deneyim ettiğim bu oyun, çocukken İngilizce bilmediğim için ilk başta ilgimi çekmese de şanslıydım çünkü bu oyunu bilen, seven birini tanıdım. Kendisi bana oyunda neyin ne işe yaradığını anlatmıştı ve ben de deli gibi oynamaya başlamıştım. Sonraki dönemlerde Final Fantasy dünyasından biraz uzak kalsam da hala ara sıra vakit geçirmek için oynarım ilk Final Fantasy oyunlarını. O dönem yapımcılar serinin bu kadar uzayacağını öngörmüş müydü, bilmiyorum ama en nihayetinde Squere Enix, MMORPG evrenine yeni, daha doğrusu yenilenmiş bir oyun daha kattı. Bu oyun Final Fantasy XIV Online: A Realm Reborn’dan başkası değil.

    FFXIV aslında daha önce de piyasaya çıkmıştı ama bu çıkış pek de hayırlı olmadı. Tersine skandallarla dolu, kısa bir hayat sürdü. Oyunun yeni versiyonlarla düzeltilme denemeleri de boşa gitti, oyuncular bir türlü bağlanamadı oyuna. Bağlanan oyuncularaysa “Bağlanmaz olaydım!” dedirtti. Yani anlayacağınız, 1.0 versiyonunda Square Enix tam anlamıyla çuvallamıştı. Yayından kaldırılan Final Fantasy XIV, adam gibi derlenip toparlandı ve bu sefer karşımıza “A Realm Reborn” takısıyla çıktı. Bu oyunda açık beta sürecinde birtakım sıkıntılar yaşadı ancak bunların birçoğu ortadan kaldırıldı. FFXIV’ün bu yeni, 2.0 sürümü öncekine göre çok daha başarılı. Gerek grafiklerde, gerekse oynanışta oldukça yol alındığına şahit oldum. FFXIV mükemmel bir MMORPG olamamış hala ama en azından zevkli bir oyun deneyimi yaşatmayı başarıyor. Bu arada hem oyunu satın almanız, hem de aylık abonelik sistemini kullanmanız gerektiğini peşin peşin söylemekte yarar var. Aylık ödemeyi hak edip etmediği tartışılır ancak gerçek bir Final Fantasy hayranıysanız, muhtemelen oyundan çok zevk alacaksınız.

    01

    Oyun bir Final Fantasy oyunu olduğu için en nihayetinde senaryo odaklı ilerliyor. Daha oyunun başında bizi uzun mu uzun diyaloglar bekliyor, bu yüzden biraz İngilizce bilgisi gerekmiyor değil. Öte yandan senaryo odaklı oyunları sevmeme rağmen FFXIV’ün olayı biraz abarttığını gördüm. Senaryolar zaten uzun diyaloglara sahipken, konuşmalar bazı yan görevlerde uzadıkça uzuyor ve insanı bunaltabiliyor. FFXIV güçlü bir Işık Kristali tarafından kutsanmış Hydaelyn gezegeninde, etrafı denizlerle çevrili olan, tanrılar ve kahramanlar tarafından oluşturulmuş bir kıta olan Eorzea’da geçiyor. Günün birinde bu kudretli gezegen korkunç bir yara alıyor ve biz oyuncular da tabii ki o yarayı sarmaya çalışıyoruz. Bu noktadan itibaren bizim hikâyemiz başlıyor. Belki de kahramanlıklarımız nedeniyle asırlarca hatırlanacak olan bir hikâyeye başlayacağız. Kim bilebilir?

    FFXIV’e ilk girişimizde oyun size gamepad mi, yoksa klavye & mouse ikilisini mi kullanmak istediğinizi soracaktır. Ben biraz gamepad ile oynamayı denedim ancak bir PC oyuncusu olduğum için alışamadım ve klavye & mouse kombinasyonuyla olan ilişkime geri döndüm. Oyuna giriş yaptım ve detaylı bir karakter yaratma ekranı karşıladı beni. Karakter yaratma ekranında beş farklı ırktan birini seçiyoruz. Her ırk da iki farklı klana bölünmüş durumda. Eskiden göçmen bir yaşam süren Hyur ırkı, Eorzea’da en fazla nüfusa sahip olan halk. Özgürlüğün ve kişisel iradenin savunucusu olan Hyur halkı, Midlander ve Highlander klanı olarak bölünmüş durumda. İkinci ırkımız Miqo’te halkıysa Hyur halkının tam tersine kıta üzerinde en az nüfusa sahip olan halk. Buna rağmen Miqo’te ırkı kafasının tepesinden çıkan kulakları ve kuyruklarıyla diğer ırklardan hemen ayırt edilebiliyor. Bu ırkı seçecek olursanız, Seekers of the Sun ve Keepers of the Moon klanlarından birine katılacaksınız. Diğer bir ırk olan Elezen, görünüşleri itibarıyla Elf’leri andırıyor. Oldukça uzun bir boya ve uzuvlara sahipken, zayıf vücutları ve sivri kulakları onların fiziksel yapılarını oluşturuyor. Onlar da Wildwood ve Duskwood olarak ikiye ayrılmış durumdalar. Yine diğer sınıflardan kolayca ayırt edilebilecek olan Lalafel ise çocuksu görünümleriyle dikkat çekiyor. Bir hayli sevimli olan bu ırk Planesfolk ve Dunesfolk olarak bölünmüş. Oyunda yer alan son ırk olan Roegadyn, diğer ırklara göre oldukça iri bir fiziksel yapıya sahip ve savaşçı yönleri de dolayısıyla kuvvetli. Onlar da Eorzea’daki her ırk gibi kendi aralarında Sea Wolves ve Hellsguard olarak ikiye ayrılmışlar.

    03

    Irkımızı ve dâhil olacağımız klanımızı belirledikten sonra karakterimizin görünümünü değiştirmek için kolları sıvıyoruz. Bir MMORPG oyunu için oldukça detaylı bir özelleştirme işleminden sonra 12 farklı dinden birini seçiyoruz. Her inanış farklı “elemental” özelliklerle donatılmamızı sağlıyor. Sınıflar fiziksel dövüş disiplininde beş adet ve büyü disiplininde üç adet olmak üzere toplam sekiz seçenekten meydana geliyor. Gladiator, elinde kılıcıyla birlikte yakın dövüşe girmekten çekinmiyor. Archer, tahmin edebileceğiniz gibi düşmanlarını uzaktan avlayan bir okçu. Lancer, uzun mızrağıyla -Archer kadar olmasa bile- kendine bir menzil mesafesi oluşturabiliyor. Marauder, Gladiator ile benzerlik gösterse de sırtında taşıdığı dev baltayla düşmana daha fazla hasar verebiliyor. Son savaşçı sınıfımızsa Pugilist ve bu sınıf düşmanlarına “Erkeksen o silahı bırak da gel!” diyor, hiçbir silah kullanmadan yumruklar ve tekmeler ile düşmanlarına korku salıyor. Büyü sınıflarından olan Conjurer birincil destek sınıfıyken, Arcanist hem hasar, hem de destek anlamında kendini geliştiriyor. Thaumaturge tam bir DPS sınıfı. Bu arada oyuna başlarken bu sekiz sınıftan birini seçmeniz gerekse de oyun içerisinde 10. seviyeye ulaştıktan sonra istediğiniz an sınıflar arası geçiş yapabiliyorsunuz.

    04

    FFXIV’ün oyunda getirdiği FATE sisteminden bahsetmek gerekiyor biraz da. FATE sistemiyle haritanın herhangi bir yerinden görev alabilir ve o bölgedeki yaratıklarla savaşarak görevi tamamlayabilirsiniz. Görevlerde fazla çeşitlilik olmaması nedeniyle FATE sistemi oyuna farklı bir dinamizm getirmiş ancak bu özellik bana RIFT’i hatırlattı. RIFT’te haritada yol alırken tamamen tesadüfen açılan Rift taşından gelen canavar akınlarına karşı koyuyorduk.

    Oyunun en temel problemi, zaman geçtikçe monoton bir yapıya bağlaması… Günümüzde pek çok MMORPG’nin yaşadığı bu soruna FFXIV de engel olamamış. Ne görevler, ne de zindanlar bir süre sonra yeteri kadar zevk veriyor ama her şeye rağmen FFXIV iyi sayılabilecek bir MMORPG olmuş. Grafikler göz dolduruyor, çevre tasarımları ve karakter modellemeleri incelikle işlenmiş, müziklerse bana kalırsa oyunun en güzel yanı. A Realm Reborn, başarısız bir projenin başarılı şekilde yeniden hayata döndürülmüş hali. Bir Final Fantasy hayranı için oldukça iyi bir oyun olduğu için direkt dalabilirsiniz. Bu dünyaya uzak olanlarsa biraz düşünebilirler.