The Order: 1886

    0
    17
    The Order: 1886_20150221210819

    [title type=”h2″]Düşmanımız kimdir bizim?[/title]
    Steampunk nedir? Steampunk bir akımdır, bir hevestir, bir fantezidir. Daha doğrusu bilimkurgu ile fantezinin bir uzantısıdır. İlk başlarda fantastik kitapların, oyunların kurgusunu oluşturan steampunk günümüzde iyiden iyiye bir “tarz” oluşturdu.

    The Order: 1886_20150221203702

    Steampunk, buhar gücüyle çalışan makinelerin etrafında dönen bir akım lakin her şeyi illa da buhara bağlamaya gerek yok. Örneğin “steampunk temalı bir kolye” dediğimizde, bu kolyenin orasından burasından buhar fışkırmasını beklemememiz lazım. Steampunk tarzında ana olay mekanik aksamlar. Yani bu kolyede mekanik parçalar mutlaka olmalı ve bas bas bağırmalı. Çarklar, ufak tüpler, bronz renk, eskitilmiş parçalar… Bunları bir araya getirip araya da birkaç tane renk, gerekirse renkli taş attınız mı bu işi kotardınız demektir.

    Steampunk’ı elbette ki bir kolyeye sığıştırmak da doğru değil. Koskoca bir şehri bu tema etrafında düşünebilirsiniz. Öyle ki binalarda devasa çarklar dönüyor, bir fabrikadan bir tane değil, yüzlerce bronz boru fırlıyor ve hepsi aynı anda buhar üflüyor, bir arabanın tüm metal aksamı dıştan gözlenebilir bir biçimde resmediliyor ve benzeri. Steampunk olayının görsel kısmı o kadar kuvvetli ki kolayına sevmemek mümkün değil. Bu sayfalardaki bir kutuda sizi nelerin beklediğini de anlattık zaten…

    Steampunk birçok oyuna konu edilmiş olsa da bu kadar gerçekçi ve iddialısını daha önce gördük mü, emin değilim. RPG’lerde, biraz BioShock’ta, yeri geldiğinde aksiyon oyunlarında steampunk hep karşımıza çıktı lakin buradaki bambaşka bir olay. Gelin, anlatayım…

    [title type=”h2″]Alternatif İngiltere[/title]
    Oyunumuz 1886 yılının İngiltere’sinde geçiyor. Alternatif bir İngiltere söz konusu ve makineleşme, teknoloji iç içe geçmiş, şu anda bile göremediğimiz bazı cihazlar o vakitte kullanıma girmiş. Oyunun yapımcısı Ready at Dawn da yememiş, içmemiş, bu görselliği en iyi şekliyle yaratmak için inanılmaz detaylı bir çalışma yaratmış.

    The Order: 1886_20150221205107

    İddia ediyorum, PS4’ün en iyi görüntüye sahip oyunu The Order: 1886’dır. O kadar fazla detay oyuna işlenmiş, kaplamalar, animasyonlar o kadar başarılı bir şekilde kullanılmış ki resmen feleğim şaştı. Geçtiğimiz aylarda oyunun betasını denediğimde de etkilenmiştim fakat demodaki bölümden çok daha iyi bölümler varmış meğer ve o kısımlarda hiç kımıldamadan oyundaki detayları incelediğim oldu.

    Ready at Dawn fazlasıyla başarılı bir atmosfer yaratmış. Çoğu oyunda fazla parlak ve renkli bir görsellik var artık ve bu beni ziyadesiyle rahatsız ediyor. Oyunun gerçekçiliği bu yüzden zaten tamamıyla düşüyor, yeni nesil grafik göreceğiz derken Nintendo oyununa bakarken buluyoruz kendimizi. (Nintendo oyunlarına lafım yok, yersiz renk patlamasına karşıyım.)

    The Order’da ise tüm renklerin doygunluk oranı aşağı çekilmiş ve -yine çok başarılı bulduğum- bir grenli filtreyle atmosfer sağlamlaştırılmış. Bu filtre hem göze batabilecek, henüz foto-realistik ölçüye geçememiş grafiklerdeki olası yapaylığı gizlemiş, hem de oyunun karanlık havasını güçlendirmiş. Ellerine sağlık kimin emeği geçtiyse!

    Oyunda her girdiğiniz mekânda steampunk havası direkt suratınıza çarpılıyor, her şey tam olması gerektiği gibi; ne çok abartılı, ne çok sade. Tasarım ekibinde kaç kişi vardı, ne kadar kafa patlatıldı, bilemiyorum ama gerçek anlamda inanılmaz sağlam bir iş çıkmış ortaya. Bu iyi tasarımların üzerine bir de PS4’ün gücü eklenince de -dediğim gibi- PS4’teki en iyi gözüken yapımlardan biri, hatta en iyi gözüken oyun meydana çıkmış. Yapımcı ekip, detaylara verdiği önemi bize de hissettirmek adına, elimize aldığımız bazı eşyaları incelememizi sağlamış. Örneğin “Combo Rifle” adındaki tüfeği ilk defa elimize aldığımızda şöyle bir çevirip detaylarına bakabiliyoruz ve emin olun, bunu yapmak isteyeceksiniz.

    Bildiğiniz üzere The Order, uzunca bir süre önce açıklandı ve yapım aşaması da bayağı bir sürdü. Bunun neden olduğunu da oyunun çıkması ve anında bitmesi ile anladık: Oyun süresi kısa olduğuna göre asıl yoğunluk görsel departmandaymış. Oyunun bu kadar iyi gözükmesi de beni büyük bir çelişkiye sürükledi, nedenini de yazıyı okudukça anlayacaksınız…

    [title type=”h2″]Büyük birlik[/title]
    Bu alternatif Viktorya İngiltere’sinde, halkı tehlikelerden koruyan bir polis gücünün yanında, “The Order” adındaki Birlik de görev yapıyor. Genellikle güçlü şövalyeleri bünyesinde barındıran The Order’ı bir çeşit FBI gibi düşünebilirsiniz. Polisler zaman zaman onlardan hoşlanmıyor, halk genelde onlardan çekiniyor. Ne var ki Birlik, kimsenin çözemeyeceği ve çözmeye yeltenmeyeceği doğaüstü olaylarla da mücadele ettiğinden, hatırı sayılır bir gücü ve saygıyı da hak ediyor.

    The Order: 1886_20150221211920

    The Order: 1886’da olaylar, bir şeylerin ters gitmesi ve isyancıların başkaldırmasıyla başlıyor. “Sir Galahad”, “Sir Perceval”, “Lafayette” ve “Lady Igraine” adındaki dört Birlik üyesiyle birlikte götürdüğümüz hikâye, aynı Modern Warfare havasında, hızlı ve çabuk biten bir maceradan pek farklı değil.

    Biraz önce ne dedik? Görsellik muhteşem. Görsel detaylar, atmosfer ve efektler bu kadar iyiyken, hikâyede büyük bir tıkanıklık var. Öyle ki sanki bu Sony tarafından ortaya çıkarılmış bir eser değil de bir televizyon dizisi ve biz de onun bir kısmını oynayarak geçiriyoruz. Herkesin birbirini tanıyarak, The Order evreninde olan olayları bilerek başladığı hikâyede biz, maalesef hiçbir şey bilmediğimiz için olaylara alık alık bakmak zorunda kalıyoruz. Nedir, başka oyunlarda, özellikle RPG’lerde yeni karakterler oyuna eklendiğinde bir tanıtımları olur, kontrol ettiğimiz karakter de onlarla ilk defa tanışıyordur ve biz de bu sayede o yaşamı, o gelişen olaylar zincirini sindiririz. Buradaysa her şey zaten olmuş, uzunca bir zamandır süregelen bir problemin en önemli kısmı ortaya çıkmış ve biz de tarihe tanıklık edercesine olayların ortasına düşmüşüz. Düşünün ki oyunun hangi kısmında olursanız olun, bir türlü oyun sizi içine çekemiyor. The Last of Us’ı hatırlayın; oynanışı bir kenara bırakıp hikâyeyi takip ederken bulmuştuk kendimizi. Zaten yapımcı firma Naughty Dog da bas bas bağırarak, “Joel ile Ellie’nin ilişkisi çok önemli, oyuncuların bunu sonuna kadar hissetmesini istiyoruz.” diyordu. Adamların bir bildiği varmış zira oyunun sonlarında suratımız şekilden şekle girmişti. The Order hatırı sayılır uzunlukta sinematiklerle bezeli olsa da bize o hissiyatı veremiyor, büyük bir olayın sadece küçük bir parçasını tecrübe etmekten ötesini yapmadığımızı suratımıza çarpıp duruyor. Hiç hoş değil…

    [title type=”h2″]Nerede benim termik silahım?[/title]
    En büyük artıyı ve en büyük eksiyi de söylediğimize göre, oynanıştan bahsedebiliriz. Dedik ki dört kişi hareket ediyoruz ama bu kişilerden sadece bir tanesi, Sir Galahad kontrolümüze bırakılıyor. Yetenekli bir şövalye olmasından mütevellit, yaşına bakmadan gayet atletik hareketler yapabiliyor Galahad ve tüm silahlarla da arası iyi. Ona bu yolculuğunda çok önemli bir isim, Nikola Tesla da eşlik ediyor. Yaratılan senaryoya göre Nikola Tesla ve Thomas Edison arasında bir yarış da söz konusu hatta. Gençlik yıllarını yaşayan Tesla, aynı James Bond’a ekipman sağlayan mucit gibi, Galahad’a da çeşitli silahlar ve ekipmanlar taşıyor.

    The Order: 1886_20150221220518

    Öncelikle şunu bilmelisiniz ki bu oyun, “daha iyi silah bulayım, daha güçlü olayım” oyunu değil. Yani elinizdeki silahın tipinin oyuna pek az etkisi mevcut. Genellikle karşınıza çıkan düşmanlar sıradan insanlar veya insandan bozma yaratıklar olduğu için elinizdeki silah öyle ya da böyle etkili oluyor.

    Galahad yanında bir tane tabanca, bir tane de tüfek taşıyabiliyor. Bunlar arasında tek tuşla geçiş yapabilse de silah geçişi pek hızlı değil, dolayısıyla bir silahın cephanesi bittiğinde ve düşmanınız dibinize girdiğinde dikkatli olmanız gerekebiliyor.

    Birkaç çeşit silahtan yarı otomatik olan hoşuma giderken, ana silahlarda da Combo Rifle tercihim oldu ki bu silah hakkında bilgiyi, yine bu sayfalarda bulabilirsiniz. Arc Gun oyun boyunca neredeyse elinize hiç geçmiyor; aynı şekilde Thermite Gun da. Neden bu silahları daha fazla kullanılabilir yapmadıklarını da anlayabilmiş değilim.

    Silahların yanında elbette ki bombalarımız da bulunuyor ve bunlar da biraz önce bahsettiğim silahlar gibi elimize pek az sayıda geçiyor. Sıradan bombaların yanında gaz bombalarına da rastlayabiliyoruz oyunda ve bunları kullanma şansınız olduğunda düşmanlarınızı kolayca avlayabildiğinizi keşfediyorsunuz.

    Çatışmalarda siper almak azami önem ihtiva ediyor. Siper almazsanız, basit tabanca kurşunlarıyla bile kısa sürede yere yatarsınız. Yere yatmak burada kendi anlamında kullanılıyor zira çok fazla yara aldığınızda direkt ölmüyor, yerde bir süre debelendikten sonra gizemli iksirinizi içmeye hak kazanıyorsunuz. Bu iksir sizi hayata döndürebilen, oyun boyunca da birçok yarayı kolayca iyileştirdiği gözümüze gözümüze sokulan, enteresan bir ilaç. Düşünün ki böyle bir ilaç şu anda bile yok…
    Siper aldıktan sonra ateş ediyor, düşmanlarımızı yine kafa vuruşlarıyla hızla bertaraf edebiliyor ve yolumuza bakıyoruz. Oyundaki amaç bir şeyleri vurmak değil, hikâyeyi takip ederken önümüze çıkan engelleri aşmak. Yine de oyundaki vuruş hissiyatının gayet iyi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim; hele ki Uncharted serisiyle karşılaştırınca her şey fazlasıyla iyi.

    Düşmanlarınızı vurmak dışında, yanlarına gidip Üçgen tuşuna basmak suretiyle de tek hamlede öldürebiliyorsunuz. Bunu hem sizi görmüş olan düşmanlara karşı yapabiliyorsunuz, hem de sizi fark etmemiş olanlara karşı. Fark etmemiş olanlar için bu Üçgen simgesinin ekranda belirmesi biraz daha uzun zaman alıyor ve bu yüzden de zamanlamaya daha çok dikkat etmeniz gerekiyor. Yakın dövüşte indiremeyeceğiniz düşman tipleri arasında da kafasına miğfer giymiş, elinde pompalı tüfek taşıyan adamlar ve Lycan’lar, yani kurt adamlar bulunuyor. Pompalı tüfekli arkadaş gerçekten çok sinir bozucular ve bunun bir de Thermite Gun taşıyan versiyonu var, o hepten beter. Zaten oyun boyunca pompalı tüfek taşıyanlardan kaçmalısınız zira kesinlikle affetmiyorlar.

    [title type=”h2″]Lycan ırkı[/title]
    Ve konu geldi kurt adamlara. Oyunun hikâyesi de aslında “Half-Breed” adı verilen bu kurt adamlar etrafında dönüyor. Onların ne istediğini, neden ortalıkta dolandıklarını oyunu oynayınca anlıyorsunuz ama size bir ipucu vereyim: Kurt adamlar tehlikeli! Oyunda bunlarla çok fazla karşılaşmıyoruz neyse ki fakat insanlara göre daha hızlı hareket etmeleri bayağı problem yaratıyor. Oyunun bir yerinde bunların yaşlılarından bir tanesiyle de karşılaşıyoruz ki o kısım bir hayli iyi olmuş, aferin Ready at Dawn.

    Oynanışa çeşitlilik katmak adına iki farklı aktivitede daha bulunuyoruz. Bunlardan bir tanesi kilit açma işi. Dying Light’ta, Skyrim’de çok anlamlı olan bu iş de The Order’da maalesef biraz eğreti durmuş. Oyuna zaten açılması gereken üç tane kapı koymuşlar, bunların da kilitleri olmasa bir şey olmazmış. Zaten kilitleri açmaya çalışırken etrafta bir tehdit de olmuyor, hepten işler kolaylaşıyor.

    Kilit açarken amacımız üç tane doğru noktayı, DualShock’tan gelen titreşimin farklılaşmasıyla birlikte tutturmak ve belirtilen tuşa basmak. Kilit kırılması gibi bir durum da olmadığı için deneyin Allah deneyin.
    İkinci işimiz de çeşitli elektrikli cihazları bozmak. Bunun için Tesla bize bir tane cihaz veriyor ve bunda da yapmamız gereken, yukarı – aşağı ilerleyen noktaları belirtilen yerde yakalamak. Bu iş de gayet kolay ve bir o kadar da gereksiz. Ha nasıl gözüktüğünü soracak olursanız, yine inanılmaz bir detay var; adamlar yine uğraşmış.

    The Order: 1886_20150222174137
    The Order: 1886_20150222174137

    Eleştirilerin odağı olan bir başka konu da ara sahneler oldu ki benim bu konuda hiçbir sıkıntım olmadı. Oyun içi motoruyla hazırlanan ara sahnelerdeki oyunculuklar, kurgu ve detaylar gayet iyi, kimsenin bu konuda bir lafı olmaması lazım. Zaten bu ara sahnelerin yoğunluğundan da yapımcıların amacının oynanış değil, hikâye ve anlatım olduğunu rahatlıkla anlayabiliyoruz. Gerçekten keşke bu yapım bir “oyun” olmasaymış da başka bir şey olsaymış, çok daha fazla övgü alırmış.

    [title type=”h2″]Büyük umut[/title]
    The Order: 1886’yı yıllardır dergimize konuk edip duruyoruz, hatta Game Informer zamanında kapak konusu bile yaptı. Bu oyun, PS4’ün büyük oyunlarından biri olarak planlandı, hesaplandı ama evdeki hesap oyunculara pek de uymuşa benzemiyor. Aşağıda göreceğiniz puan, benim oyunun görselliğine hayran kalmamla birlikte yükseltilmiş bir puan. Şayet ki siz de sinematik görselliğe ve steampunk temasına ayrı bir hayranlık besliyorsanız bu oyunu almalısınız. PS4’ü aldıktan sonra PS4’e özel oyunların peşine düşmüşseniz ve parasal olarak da zenginlikler içinde değilseniz, bu oyunu oynamanızın hiçbir anlamı yok. Piyasada çok daha fazla, sizi uzun süre oyalayacak ve daha fazla eğlendirecek oyun var…

    Tuna Şentuna