Adventure oyunlarına ilgimin azaldığı doğrudur. Bunda yeni Adventure oyunlarının dandikten hallice olmalarının (Sözü meclisten dışarıda tutacak oyunlar da yok değil, yanlış olmasın.) da büyük payı var tabii ki. Ama eskilere baktığımda hala hatırladığım çok değerli oyunlar var bu kapsamda. İlk göz ağrılarım Grim Fandango ve Monkey Island olsa da Broken Sword’un yeri apayrı bende. Broken Sword’un da ilk iki oyunu, yani The Shadow of the Templars ve Smoking Mirror’dur zamanında beni benden alan. Seriye sonradan eklenenleri de oynadım ama kusura bakmasınlar, bu ikisinin yanına bile yaklaşamaz onlar benim gözümde.
Broken Sword’la tanışmam, yine üniversite yıllarımın ilk zamanlarına, doğal olarak o ilk öğrenim kredimle satın aldığım Playstation zamanlarına denk gelir. O zaman oynanması gereken çok oyun vardı ama nereden araya sıkıştıysa, Broken Sword’u oynarken bulmuştum kendimi. Bildiğiniz gibi bir Point&Click Adventure oyunu Broken Sword ve böyle bir oyunla PC kulvarında tanışmanız daha olasıdır ama ben ve PC arasında o dönemler uzak mesafeler olduğu için oyunu Playstation’da oynamam kaderimde varmış diyebiliyorum artık.
George Stobbart… Hayatımda en çok iz bırakan karakterlerden biridir ki tahmin edersiniz, Broken Sword serisinin ana karakteridir kendisi. Zeki, meraklı, kurnaz, komik, az biraz saf ve bir o kadar da yürekli… İlk oyunda tanıştığı ve akabinde kalbini çaldığı Nicole “Nico” Collard da ayrı bir hayran olduğum karakterdir. Onun o Fransız aksanıyla konuştuğu İngilizce yok mu… Şu anda Fransızcaya ve Fransız kadınlarına ayrı bir ilgim olmasının sebebini eşeleyecek olsalar, yüksek ihtimalle bu kadın çıkar bilinç altımdan. Bu iki kafadarın maceralarını konu alır ilk iki oyun. Tesadüfler onları bir araya getirmiştir ve öyle oldu böyle bitti derken, kendilerini gizemli ölümcül hikayelerin içinde bulurlar.
Broken Sword, karakterlerinden ziyade diyalog kalitesiyle de Adventure kulvarında ön sıralara çıkıyor bence. Özellikle ilk iki oyunun diyalogları o kadar güzel yazılmıştır ki geneli diyalog üzerine kurulu olmalarına rağmen bir an olsun sıkıldığımı hatırlamam. Çözmeniz gereken bulmacaların zorluğu ve mantık çerçevesi de bir o kadar tatlıydı. Şöyle bir gerçek de var, o zamanlar internet imkanını öyle her yerde bulamadığınız için karşınıza çıkan her bulmacayı bizzat bitirmek zorundaydınız, tabii o oyunu daha önce bitirmiş olan spoiler meraklısı bir arkadaşınız yoksa… Bu yüzden bir noktada öyle bir takılırsınız ki o an o bulmacayı çözemeyip oyunu kapatırsınız ama bir sonraki sefere kadar aklınızın bir ucunda sürekli o bulmaca takılı kalır: “Nerede neyi kaçırıyorum acaba?”
Yeri gelmişken, ikinci oyunda başıma gelen bir kabusu anlatayım size. Çok net hatırlayamıyorum ama sahne, bir film setiydi galiba. George yine bir ipucunun peşinde ve her zamanki gibi o ipucunu bulmak hiç kolay değil. İpucunun ne olduğunu da pek hatırlayamadım ama yapmam gerekenleri çok iyi hatırlıyorum ki kabus da burada başlıyor zaten. Şimdi… Almam gereken bir zımbırtı var ve o zımbırtının başında da bir kadın duruyor. O zımbırtı tabii ki o kadına ait ve almama izin vermiyor. Tecrübelerim bana o kadını ordan bir şekilde uzaklaştırmam gerektiğini söylüyor ama en büyük sorun da bu: O kadın oradan nasıl uzaklaştırılır?
Kadınla aramda kısa bir konuşma geçiyor ve anlıyorum ki kendisi bol şuruplu keklere bayılıyor. Öyle bir kek bulmam zor olmuyor ve bulup getiriyorum. Ama yok, ağzına yüzüne bulaştıra bulaştıra yiyor keki ama yerinden kıpırdamıyor lanet kadın. Etrafı biraz kurcaladığım zaman hemen yakınımda bir çalı yığınını fark ediyorum. İncelediğim zaman çalının içinden vızıldama seslerinin geldiğini söylüyor George. Olay basit,o arıları bir şekilde rahatsız et, kadının da ağzı yüzü şurup olmuşken saldırıp kovalasınlar kokonayı. Cebimden bir taş parçası çıkarıp atıyorum çalıya, tık yok… Çalıya atacak başka bir şey de yok… Kalakalıyorum öyle, günlerce, haftalarca… Didiklemediğim yer, konuşmadığım insan kalmıyor. Saçma sapan şeyler deniyorum olur olmadık yerlerde. Ama yok… YOK!
Her gün en az bir defa deneyip geçemedikten sonra, bizim bölümün bir bilgisayar salonu olduğu aklıma geliyor. İnternet hayatıma çok yeni girmiş ve aklımın ucundan bile geçmiyor belki birilerinin Broken Sword’un tam çözümünü yazmış olabileceği. Kısa bir Google taraması ve tam çözüm karşımda. Ama o da ne! Adam benim haftalardır yaptığım şeyin aynısını anlatıyor: “Çalıya taşı atın, arılar kadını kovalayacaktır.” Nasıl ya!? O arıların bana garezi mi var kardeşim!? Kendimi atmadığım kaldı o çalılara bir tek! “Acaba olabilir mi?” diyerekten oyunu en başından tekrar oynuyorum ve o bölüme geliyorum tekrar. Kadına keki veriyorum, çalıya taşı atıyorum, arılar çıkıyor ve kadını kovalıyor… Evet, yine oyunun orası bozulmuş ve beni haftalarca süründürmüş. Ettiğim küfürün haddini hesabını siz düşünün artık.
İlk iki Broken Sword’u nereden bulursunuz bilemiyorum ama bulabilirseniz ve çalıştırabilirseniz mutlaka oynayın. Aslında, her iki oyunun da birer Remastered versiyonu yapıldı diye biliyorum. En azından bunları bulup oynayabilirsiniz. Eski oyuncuların neden “Adventure” diye kendilerini yırttıklarını daha iyi anlayabilirsiniz böylece. Görüşmek üzere…
Ertekin Bayındır